Mektep gibi adamlar vardı…
Ne insanlar vardı zamanın behrinde: sayıları az da olsa “mektep gibi adam”lar vardı.
Onlar bir tek ilimde ihtisaslaşmış âlim değil bilâkis allâme idiler… Onlar; malümatfürûş olmayan, bir konuda değil bir çok ilimde ve konuda derin bilgiye sahip ve hakîm, âlim kişilerden idiler…
İnsanlar; o allâmelerin meclisinde; ilim soluyor, irfân ile ihyâ, edeb ile müeddeb oluyor, akl-ı selîm ile besleniyordu… Farkına varmadan yanından geçtiği çok basit olanın bile mükemmelliğini anlıyordu… İnsanlık tarihinde zaman yolculuğuna çıkıyor, «insan”ın suretinden “siret”ine doğru dalıyor, inci avcıları gibi nefesini tutarak, deryânın dibindeki hikmet incilerine dokunuyordu… Çağlar ötesinden çıkılan muhabbet yolculuğundan, atînin karanlık dehlizlerine giriyor, fikir fenerleri ile dolaşıyorlardı.
Öyleki o ak saçlı hükemâlar, aynı zamanda meşveret ehli, müşâvirler gibi idiler, müşkülleri halleden, kördüğümleri çözen, karanlığı kovan, istikbâli mayalayan… Onlar görünenler arasında yer almayan, vitrinden ırak, adı-sanı, şöhreti terkiye atmış, yapılacakları katalizleyen adamlar idiler.
Onlar ki; kelâmları naif ve zarif, edebleri mükemmel, görüşleri feraset ve basiretli birer kâmil olmanın yanısıra vefâ, sadâkat, imân, ihlâs, şuur, hoşgörü, cömertlik, şefkât, adâlet, sabır, fazîlet ve rikkat gibi hassalar açısından da birer medeniyyet mümessili ehl-i hikmet münevverler idiler…
Onlar bunalımı huzura, neş’eyi muhabbete, lâkırdıyı ilim irfân sohbetine dönüştüren, zayıfa güç, âmâya baston olan, düşkünün elinden tutan, dipsiz kör kuyulara düşmüş olanı evvelâ yeryüzüne ve oradan semâya, dayadıkları merdivenler ile çıkartarak huzura taşıyan ve alıştıran, günü birlik hesapları önemsemeyen, millet ve insanlık adına asırlara sari gelecek plânları yapan, hedefsize geleceğin inşâsını işâret eden hedefler koyan, insanlık abideleri idi.
İnsanlar; onların sohbet meclisinde derdini unutuyor, cehâletini terkiye atıyor, nokta iken harf, sonra hece, sonra kelime, kitap ve kütüphânelerin içine girip kaybolarak, başka bir boyuta geçiyor, noktadaki ilmin mahiyetini idrak ediyor, hiçlikteki sonsuzluğu, fenâ âleminden bekâyı seyre dalıyorlar… Benden bize giden yola koyuluyorlardı…
Bu mütefekkirlerin kuluçka merkezlerinden yeni, ter ü tâze ve belki de gün görmemiş fikirler filizleniyor, hayata geçiriliyordu.
Evet onlar, inşâ ve ihyâ ediyorlardı insanı/insanlığı, isimleri ve cisimleri ile değil fikirleri, işleri ve eserleri ile… Onlar, milletin birliğinin harcı, dirliğinin mimarı, huzurun ocağı, güzel ahlâkın en güzide taşıyıcıları, medeniyyet projesinin mimarları ve devletin istikbâlinin mühendisleri idiler…
Mes’elâ; mânevî mimârlar olarak kabul edilen Hoca Ahmet Yesevî, Edebâli Hazretleri, Hacı Bektaş-ı Velî, Yunus Emre, Ahi Evran, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, Hacı Bayram-ı Velî, Akşemseddin gibi şahsiyetlerin; dil, edebiyat, şiir, estetik, kültür, ahlâk, tekâmül ve terakki, eğitim ve din anlayışları, insanımızın sosyal yaşantısının her alanında yer bulmuştur, bunlar ise irfâni anlayışımızı tesis eden kaynaklar arasında en başta gelenlerdir.
Onlardan alınan ve özümsenmiş mesajların yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması; Türk’lük bilinci ve İslâmî umdelerin diri tutulması, toplumsal huzurun, barışın, tekâmül ve terakkinin, çağdaş medeniyyetin tesisi açısından azîz milletin tarihinde hayati bir öneme sahiptir
Ve ilme dair iki hikmetli söz: Vahdeti kesrette bulmak kesreti vahdette hem Bir ilimdir ol ki cümle ilm ü irfân andadır (Niyâzî-i Mısrî).
İlm ise maksad eğer ârif-i nefs ol Gālib (Leskofçalı Gālib). Vesselâm…