İlahi Aşkın Sesi Dergisi

Önce hafızamızı bir tazeleyelim.

Hocamız Bestekâr, Hâfız Amir Ateş deyince…

Yazımızda Doğanhisarî Mevlidi diye de bilinen Mevlid-i Efdal’i, hakkında yapılan araştırmalardan hareketle, tanıtmaya çalışacağız. Bu bağlamda Prof. Dr. Hüseyin Akpınar, altı yıl süren titiz çalışması neticesinde besteli okunuşundan yola çıkarak mevlidi derleyerek notaya almış, örnek olması açısından giriş ve dua kısımlarını albüme okumuş, makale ve kitap halinde ilgililerin istifadesine sunmuştur. Yazımız Akpınar’ın “Besteli Mevlid-i Efdal” başlıklı makalesi ve Mevlid-i Efdal/Muhammed İzzeddin Doğanhisarî’nin Besteli Mevlid ve İlâhîleri isimli kitabı esas alınarak hazırlanmıştır.

Kur’an hâfızı, mevlithan, Türk Müziği ve Tasavvuf Müziği bestecisi ve yorumcusu. 1 Ocak 1942’de Balıkesir’in Kandıra ilçesinde doğdu. Çocukluğundan itibaren dîni eğitim gördü. Küçük yaşlarında İstanbul’a gelerek Hâfız Hasan Akkuş, Kemâl Batanay, Sabahattin Volkan, Halil Can ve Sâdeddin Kaynak gibi önde gelen üstadların öğrencisi oldu.

Manevi babası olarak tanımladığı ve vefatına dek Üsküdar Mûsîki Cemiyeti başkanlığını sürdüren Emin Ongan hocanın da desteğiyle başladığı müzik çalışmalarına şu an 1000′ den fazla Türk Müziği ve Tasavvuf Müziği alanındaki eserleriyle sürdürmektedir. Üsküdar Mûsîki Cemiyeti’ne intisap ettiği1959 yılında başladığı beste çalışmalarında, dîni, lâdîni, halk müziği ve saz eserleri gibi dallarda yüzlerce esere imza attı. Müzik hayatı boyunca uzun yıllar birlikte çalıştığı Emin Ongan’dan büyük destek ve teşvik gördü. Son dönemin önde gelen bestekârı Yesârî Âsım Arsoy ile yıllar süren baba-oğul yakınlığındaki beraberlikten büyük istifadeler sağladı. Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça, Avni Anıl, Selâhattin İçli, Erol Sayan ve Yıldırım Gürses, mûsîki hayatında yakın dostluk içinde bulunduğu diğer beraberlikleri oluşturdu.

Üsküdar Mûsîki Cemiyeti’nde beste ve etüt dersleri hocalığında bulunan ve radyolarla TV’lerde kendi adını taşıyan ilâhi topluluğu ile beraber yaptığı programlarına devam eden hocamızın eserlerinden mürekkep repertuvarla çeşitli müzik kurumları ve kuruluşları tarafından konserler düzenlenmektedir

Bestekârlığının yanı sıra, günümüzün önde gelen mevlithanları arasında yer alan hocamız, Mevlîd konusunda da pek çok öğrenci yetiştirdi. Üsküdar Mûsîki Cemiyeti’ndeki hocalığının dışında, Anadolu Yakası Telefon Başmüdürlüğü Korosu, Türkiye Denizcilik İşletmeleri Korosu, İstanbul Ehl-i Kur’an ve Mevlithanlar Derneği Tasavvuf Mûsîkisi Korosu gibi birçok toplulukta ve Diyanet İşleri Başkanlığı seminer ve kurslarında da hocalıkta bulundu. Dîni nitelikli eserlerinin yayınına, 5 kaset ve CD’den oluşan bir külliyat halinde başlanan Ateş, evli ve Furkan ile Şevval adlarını taşıyan iki evlât sahibidir.

80’li ve 90’lı yıllarda pek çok televizyon kanalı için kendi adını taşıyan korosuyla beraber televizyon programları düzenlemiş olmasının yanı sıra, her yıl ülkenin pek çok farklı bölgesindeki Mûsîki Cemiyetleri (İstanbul, Kocaeli, Trabzon, Manisa, Bursa, vs.) tarafından adına “ saygı konserleri “ düzenlenmektedir.

Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim, Seni Ben Unutmak İstemedim Ki, Masal Yağmuru, Eylül Akşamları, Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın, Maziyi Kadehlerden İçip gibi besteleri en çok tanınan eserlerinden bazılarıdır.

Yayınladığı son albümler arasında, 5 albümden oluşan kendi adını taşıyan ilâhi korosuyla beraber hazırladığı seri, Eylül Akşamları isimli San’at Müziği albümü; Melihat Gülses, Doğan Dikmen, Sezen Cin ve Furkan Biçer’in yorumlarıyla ve 2008 yılı ramazan ayında Avrupa’da da yayınlanan “Welcome Ramadan” isimli albüm sayılabilir.

Mevlid ve Amir Ateş

XX. yy.’da Türk Mûsîkisinin beste ve icra alanında yetişmiş en önemli sanatkârlardan birisi de Hâfız Amir Ateş’tir. Dîni bir ortamda yetişmesi ve aynı zamanda babasının hâfız olması kendisinin de hâfızlık yolunda ilerlemesine vesîle olmuştur. Erken yaşlarda beste yapmaya başlayan Amir Ateş, gençlik yıllarında beste çalışmalarına hız vermiş ve bu alanda kendini geliştirmiştir. Daha çok şarkı bestelemekle birlikte bazı besteleri günümüzde en çok okunan eserler arasındadır.

Amir Ateş’in diğer bir özelliği de mevlithanlıktır. Bu alanda da kendisini yetiştirmiş ülkemizde ve dünyada adından söz ettirmiştir.

Amir ateş besteleriyle, yaşantısıyla san’at duruşuyla kendisinden sonra bu alana ilgi duyanlara güzel bir miras bırakmıştır. İki bine yakın bestesi ile mûsîki alanında rüştünü ispatlayan ve gelecek nesillere bu emaneti teslim eden Amir Ateş, toplum nazarında da hak ettiği yeri bulmuştur. İnsani vasıflarındaki güzellikler yanında icralarındaki düzgün tavrı, eserlerinede yansımış ve Türk Mûsîkisi alanına adını yazdırmayı başarmıştır. Amir Ateş’in hayatını, san’atını, mevlîd-i şerîf tavrını ve bestelerini içine alan çalışmamız; giriş ve beş bölümden oluşmaktadır.

Özellikle hakkında yapılan röportajlarla Türk Mûsîkisi’ndeki konumu daha net tespit edilmeye çalışılmış ve hatıralarla tezyin edilmiştir. Doğumundan itibaren yaşamını özetlemeye çalıştığımız bu çalışma; kendisi ile alâkalı çalışma yapmak isteyenlere yol göstermek açısından önem taşımaktadır.

Mevlîd-i Şerîf’i bilmek ve anlamak

Hz. Peygamber’in doğumunu, peygamberliğini, mucizelerini, mi’racını, vefatını konu edinen mesnevî şeklinde yazılmış şiirlerdir. Türkler’in İslâmlaşması ile birlikte Türkler, İslâm dînini ve hazreti peygamberi yoğun duygular içerisinde sahiplenmiş ve özellikle peygamberi öven bir çok mevlidler kaleme almışlardır. Ancak Süleyman Çelebi’nin Mevlîd-i Şerîf’i (Vesîletü-n Necât) yüzyıllar içerisinde diğer yazılan mevlidlerin içerisinden sıyrılmış ve günümüze kadar mevlîdhanlar vasıtası ile okunarak bugüne ulaşmıştır. Vesîletü-n Necât’ın günümüze kadar beğenilip halk tarafından itibar görmesini Faruk Kadri Timurtaş şu şekilde ifade etmiştir: “Süleyman Çelebi açık sade bir dil kullanmıştır. Çağdaşlarının eserlerine göre Arapça, Farsça kelimelere ve hususiyle tamlamalara daha az yer vermiştir” sözleri ile sade üslûbunun samimiyetiyle, insanlar üzerinde heyecan, duygu, düşünce fırtınası oluşturduğu üzerinde durmuştur. Mevlîd-i Şerîf her ne kadar peygamberimizin doğumu hürmetine yazıldığı kabul edilse de içeriğinde sadece doğumu anlatılmamaktadır.

Amir Ateş ve Mevlîd-i Şerîf

Mûsîki öğretiminde hoca çırak ilişkisi, yüzyıllardır aktarıla gelinen bir öğretim sistemidir. Bu geleneği en güzel şekilde yaşatan hocalardan biri de Amir Ateş’tir. Kendisi 1970’li yıllardan itibaren farklı korolar kurarak bu geleneği yaşatmaya elinden geldiğince gayret etmiştir. Uzunca yıllar öğrenci yetiştiren Amir Ateş, talebeleriyle olan derslerinde güzel sese vurgu yaparak, “Ses İlmin Yarısıdır” demiş ve devamında ise bu mesleğe verdiği önemi talebelerine: “Güzel ses ile mevlîd okutmayı öğretmeliyiz. Bu bizim boynumuzun borcu, atalarımızın mirası” diyerek mevlîdin, güzel bir sesle ve usûlüne uygun olarak okunmasının önemine vurgu yapmıştır. Bu alanı maddi getirisi yüksek bir alan olarak görmekten ziyade: “Okunulan eve Allah Resûlü’nün teşrîf ettiği” bir meclis olarak bakmak gerektiği ve “O mecliste Kur’ân okunacak, Allah’ın kitabı okunacak” diyerek bu hassasiyetler içinde olmak gerektiğinin altını çizen Amir Ateş, yıllarca talebelerine de “Acele etmeyin, öğrenin daha sonra okuyun” nasihatinde bulunmuştur

Amir Ateş’in cömertliği ailesi, dostları, talebeleri arasında çok iyi bilinen bir vasfıdır. Amir Ateş, Mevlîd-i Şerîf-i güzel okuma derslerinde de ödüllendirme sisteminin çok faydalı olduğunu vurgulamıştır. “Ben bu bahri en fazla 3 defa okuyacağım daha sonra kim bu bahri benim okuduğum gibi hatasız bir şekilde okur ise ders sonunda ona kebap ısmarlayacağım” sözü ile talebelerini şevklendirmiş, onlar karşısında öğretici rolünde olmasına rağmen hiçbir zaman mütevaziliğinden ve cömertliğinden ödün vermemiştir. Amir Ateş bu konuda: “Talebelerime helâli hoş olsun. Onlar bu işe gönül vermişler. Diz çöküp emek sarf etmişler saatlerce. Helâli hoş olsun onlara” sözü ile cömertliğin, ikram etmenin güzelliğini icrasıyla göstermiştir.

Amir Ateş’in hayatında mûsîki alanında ilk kulağına yerleşen nağmeler Kur’ân-ı Kerîm tilâvetleri yanında radyodan ve babasından dinlediği mevlîd icralarıdır. Hayatı boyunca okuduğu mevlîd sayısını bilmeyen Amir Ateş; “Rabbim bana ses nimeti nasib etti. Bu nimetle dostlarımın hem sevinçli günlerinde hem de hüzünlü günlerinde yanlarında oldum. Bu benim için bir şeref” sözleri ile hayatını dostlarına adadığını ve Mevlîd-i Şerîf’i bir sonraki nesle aktarma hususunda elinden gelen gayreti gösterme çabası içinde olduğunu vurgulamıştır.

“Mevlîdi Şerîf’in her mısrası Kur’ân-ı Kerîm’in meâlidir” sözü ile Amir Ateş Mevlîd-i Şerîf’in aynı zamanda Kur’ân-ı Kerîm’in başka türlü bir meâli olduğunun vurgusunu yapmıştır. Klâsik Türk Müziği’nin formlarından olan temcit münacat gibi formların da aynı zamanda “Ayet ve hadislerden yola çıkarak bir nevi onlara tercüman olan sözlerdir” sözü ile, bu sözlerin boş yere yazılmadığının altını çizmiştir. Son yıllarda birçok alanda olan dejenerasyondan mustarip olan Amir Ateş, aynı zamanda San’at Mûsîkisi ve Din Mûsîkisi alanında olan basitliklerden de yakınmaktadır. Dîni alanda çok basit sözlerden oluşan ve içerisinde Kur’ân-î lâfızların olmadığı sözler ve melodiler Amir Ateş’i rahatsız etmektedir.

Amir Ateş: “Mevlîdhanlık için sesin güzel olacak ama bu yeterli değil. Dîni ilimlere vukufiyet ve gönlünün bir köşesinde coşkun bir Resûlullah sevgisi de yeralacak. Sen duymazsan nasıl tesiri olabilir ki. Yâni mevlîd hem okuyana hem dinleyene aynı duygu yoğunluğunu yaşatmalı ki yazılma gayesine uygun düşsün” demiştir.

Amir Ateş bugüne kadar okuduğu mevlîdlerde bu düsturlara azami şekilde dikkat etmiştir. Ancak üstünde durduğu noktalardan biri de mevlîdi dinleyenlerin ihlâsıdır. Ona göre: “İçinde yer alınan topluluğun lâkaytlığı, bir an önce bitse de gitsek anlamı taşıyan davranışları, okuyanı olumsuz etkiliyor.” İşte bunlardan kurtulmak için her merasimin başında kısa bir konuşma yapıyor. Bu hitaplarda toplanılma gayesi, mevlîdin anlamı, nasıl davranılması gerektiği gibi konularda gelenlere tavsiyelerde bulunuyor.

Mevlîd-i Şerîf çok eski bir kültürümüzdür. Bir hazinedir. Bugün ülkemizde Peygamberin doğumu başta olmak üzere diğer kandil gecelerinde, ölüm, doğum, evlenme, hacca giderken veya döndükten sonra, bununda dışında çeşitli hayır hizmetlerine başlama, temel atma herhangi bir iyiliğe kavuşma, ve bazı kurumların açılış ve yıl dönümlerinde vs. vesîlelerle mevlît merasimleri tertip edilmektedir.

Ancak son zamanlarda kanâatimce, toplumumuzun mevlîd okutma isteği geçmiş dönemlere nazaran azalmaktadır. Bu konuda Amir Ateş: “Allah affetsin o arkadaşlarımızı. (Televizyonlarda mevlîd’in bid’at olduğunu söyleyen kimseleri kastederek) Onlar ki bilmeden öyle mübarek, öyle ulvi bir müesseseye, bir kültüre mâni oldular ki, biz her şeyi herkesten daha çok biliriz düşüncesiyle ‘İmânsızlığı, küfrü adeta imânın yerine galebe çaldırır hale getirdiler.’ İlk çıkanlardan bir tanesi ünlü oldu. Zengin oldu falan diyerek başka başka insanlar da çıkarak yine değişik değişik versiyonlarla bazı tartışmalara girenler oldu. Bu düşüncelerle maalesef çok yıkıcı bir süreç yaşandı. Çok az bir ihtimalle mevlîd müessesi eski ihtişamlı günlerine kavuşur ama çok az ihtimal…” diyerek derin üzüntüsünü dile getirmiştir.

60’lı yıllara kadar olan dîni baskıya da dikkat çeken Amir Ateş: “Eskiden de bir küfür bataklığına girilmişti. Allah demenin dahi suç sayıldığı, aşağılık sayıldığı bir çağda Cenab-ı Hak, 22 öyle bir nurunu gösterdi ve insanlar yeniden İLAHİ AŞKIN SESİ cuş-u huruş’a geldi ki rahmetli Menderes’lerle, millet günlerce bayram etmişti. Mesela Ezân-ı Muhammedî’nin yeniden tabii haline getirilişi çok mühim bir hadisedir. O günler gibi Rabbim, inşâ’Allah, tekrar o Mevlîd-i Şerîf’in ihtişamlı günlerini bize yaşamayı ve yaşatmayı nasib etsin” sözleri ile geçmiş yılların bir tahlilini yaparken gönlünden geçen temennilerini de dile getirmiştir.

Güzel ses insana Allah-û Teâlâ’nın bahşettiği bir lütfudur. Allah-û Teâlâ bu lütfu herkese nasib etmemiştir. Bu lütufa nâil olmuş kişilerin ise sesi kullanma, sesi terbiye etme, sese hâkim olma gibi teknik konularda çalışmaları da bir nevi boyunlarının borcu durumundadır. Yâni bu insanların kendini yetiştirmesi, “Bu özellik ve güzelliğe başka özellik ve güzellikleri katmak suretiyle” mümkün olabilecek bir durumdur. Bu çalışmaların akabinde ise sesi daha teknik daha güzel kullanmak mümkün olacaktır. Şu da bir gerçektir ki iyi bir mûsîkinin, güzel bir sesin dîni bir vecd içinde bulunan bir insanın kulağına söyleyemeyeceği hiçbir söz yoktur. Amir Ateş’e göre Mevlîd-i Şerîf’in okunması ile ilgili olarak; sesinin güzelliğine göre her insan mevlîd okuyabilir. Ancak Amir Ateş’in üstünde özellikle durduğu konulardan biri sesi bu alana çok fazla müsait olmayan insanların bu alanı çok fazla işgal etmemeleri ve kendilerini ‘Mevlîdhan’ olarak tanıtmamaları özel isteğidir.

Mevlîd-i Şerîf’in kendi içerisinde iç dinamikleri mevcuttur. Bunlar, mevlîd’in mûsîkisi, edebiyatı ve telâffuzlarıdır. Bu konularda eksikleri olan insanların bu alana girmeden önce kendilerini yetiştirmeleri ve daha sonra bu alana girmeleri daha uygun olacaktır. Mevlîdhanların ve ehli Kur’ân’ların seslerini de en güzel şekilde korumaları gerektiğinin vurgusunu yapan Amir Ateş, Yusuf Gebzeli’yi örnek vererek; “Yusuf Gebzeli’nin çok farklı bir gırtlak yapısı vardı. Gerçekten çok güzel okurdu. Ancak bir o kadar da sesine önem verirdi. Bir misafiri geldiğinde kapıyı bile hemen açmaz, az aralar kapıyı, odanın cereyanını alır ve öyle buyur ederdi. Bizler ise hiç aldırış etmiyoruz. Kapılarımızı, pencerelerimizi, arabalarımızın camlarını sonuna kadar açarak seyahat edebiliyoruz. Eski hâfızlar öyle değildi. Azamî önem verirlerdi seslerine. Madem ki bu vesile ile birçok yerde seviliyor sayılıyoruz bunun kadr-ü kıymetini bilmeliyiz.

Cenab-ı Hakk’ın bir emaneti olduğunu bilerek korumalıyız” sözleri ile ses nimetinin her insana verilmediğini ve bu nimete sahip olan insanların da bu emanete çok özen göstermeleri gerektiğinin vurgusunu yapmıştır.

Peygamber Efendimiz’in güzel sese önem verdiğini vurgulayan Amir Ateş: “Yeni bir grup peydah oldu. Güzel sesli bir hâfız makamlı bir şekilde Eûzü Besmele çektiği vakit “Kurşun gibi” dışarı çıkıyorlar. Bunları gözlemliyorum ben. Allah Resûlü güzel sesi övüyor. “Peki, sen kimsin?” sözü ile bu davranışı yapan insanlara kızgınlığını dile getirmiştir.

Amir Ateş’e göre mevlîd; “Bir ibadet” şeklidir. “Adetten ibaret” hiç değildir. Mevlîd’in içeriğinde; “Allah-û Teâlâ’yı anma, Peygamberi anma, Kur’ân-ı Kerîm’i anma” vardır. Mevlîdhanlık müessesesi Amir Ateş için çok önemli bir hazinedir. Bu hazineye mâni olup da bu geleneğin doğru olmadığını savunan bid’at diyen “Bilgiçler” diye tarif ettiği gruba, Amir Ateş mevlîd ile alâkalı şunları söylemiştir: “Bizim manevi kültürümüzün en güzel anma şekillerinden biri olan, Hz. Kur’ân’a adeta bayraktarlık yapan mevlîdimize lütfen dil uzatmasınlar.

Milletimiz de o insanlara itibar etmesin. Kur’ân-ı Kerîm’in bayraktarlığını, sancaktarlığını yapmış olan Mevlîd-i Şerîf, Süleyman Çelebi’nin bize bir armağanıdır. Mevlîd-i Şerîf bir çok âyet-i kerîme’nin meâlidir. “Feizâ gazâ emran feinne mâ yekûlu lehû kün feyekûn”. “Ol dedi bir kerre var oldu cihan. Olma derse mahvolur ol dem hemân.” Bu ayet-i kerîme daha güzel nasıl anlatılabilir, ama Süleyman Çelebi,” Failâtün Fâilâtün fâilün” vezniyle o kadar güzel anlatmıştır ki, sanki dînimizin bir özeti şeklindedir” sözü ile bir Afganistan’lı veya Arap kökenli bir insanda bu kültürün olmayabileceğini ama bu anlatım tarzının da insanlara dîni anlatmada farklı bir üslûb olabileceğinden bahsetmiştir.

Son yıllarda toplum nazarında “Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak, dinlemekten daha efdaldir” fikrinden dolayı Kur’ân-ı Kerîm’i anlamanın farklı bir boyutu olan Kur’ân tilâveti ve Mevlîd-i Şerîf gibi müzikal metinler Kur’ân-ı anlamaya bir engel gibi lanse edilmektedir. Hâlbuki anlama lâfzın işaret ettiğinden farklı bir şekilde cereyan etmektedir. Yâni anlama kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Amir Ateş bu konuda: “Güzel sesle okunan bir ezan, insanı farklı bir yere götürmektedir veya Kur’ân-ı Kerîm’i dinleyen normal bir vatandaş oradaki kelimeleri ve kelimelerin edâ, sadâ ile okunuşunu kendi anlama nisbetince idrak etmede ve Kur’ân okunurken gayri ihtiyâri kendini başka bir yerlerde bulmakta ve kendiliğinden gözyaşı dökebilmektedir. Yâni Kur’ân-ı anlamak asıl gaye, tilâvet o kadar önemli değil demek bence yanlış” ifadelerinin, yanlışlığına vurgu yaparak; “Peygamberimiz’in Resûlullah (sav) bir gece Ebu Mûsa el-Eş’ari’nin Kur’ân okuyuşunu dinlemişti. Karşılaştıklannda ona buyurdular ki, “Gerçekten sana Dâvud (as) ehlinin kavallarından bir kaval verilmiştir” O da: “Eğer senin dinlemekte olduğunu bilseydim onu daha süslü bir sesle okurdum (tahbîr ederdim) karşılığını verdi” Hadîs-i şerîfini hatırlatarak Efendimizin de güzel sese verdiği önemi bir hadîs-i şerîfle destekleyerek anlatmıştır. Ona göre mevlîd: “Allah’ı Anma, peygamberini tanımadır”. “Mevlîd-i Şerîf’in içerisinde Kur’ân-ı Kerîm’iyle, Peygamberin anılmasıyla, “Aşkı Muhammedî ile cuş’u huruş’a getiren hâl” bu anda vukuu bulmaktadır. Mevlîd’i Şerîf’e ilâve yapmayı kesinlikle tasvip etmeyen Amir Ateş: “Süleyman Çelebi yarın yevm-i mahşerde onların yakasına yapışacak. Aslı gibi okunmalı mevlîd. Duyuyorum bazen veladet bahri içerisinde ‘Annem’ isimli bir kasîde falan okunuyor. Bunlar yanlıştır. Burada bu bahrin içeriğine uygun bir kasîde okunabilir doğumla alâkalı ancak ölüm içerikli kasîdeler okunmamalı” sözleriyle bu konuya dikkat çekmiştir. Amir Ateş’e göre bir mevlîdhan sesinin özelliklerini de bilmelidir. Ses rengini tanımalı, hangi akorttan okuduğunu, bu işe başladığı ilk yıllarında kendisi bir enstrüman kullanmıyor ise bir müzisyen arkadaşından enstrüman eşliğinde ses oktavını ölçtürtmeli ve mevlîde giriş eserlerinde ve okumalarında sesini tanıyarak okumalıdır. Bu konuda Amir Ateş: “Cenab-ı Hak insanları değişik seslerde yaratmıştır. Benim sesim kalındır. Sizinkisi incedir; onun için her ses aynı perdeden okuyamayabilir. Çok bas sesli okuyucular, yâni kalın sesliler 5 ses dediğimiz sesten okumalı. Hem tizi hem pesi olanlar daha çok dört sesi tercih etmeli. Kadınlar ve erkeklerin olduğu korolarda ortak ses olarak kullanılabilecek güzel bir akorttur. Bir ses dediğimiz ise dört sesten daha yüksektir. Yerinden akordu ise herkesin okuyamayacağı bir akorttur. Yâni özünde mevlîdhan sesini tanımalı

Okumaya başlamadan akordunu belirlemelidir” demiştir. “Mevlîd’i Şerîf okunurken uyulması gereken bir takım kaideler vardır: “Öncelikle ilâhi, tevhîd bahrine uygun seçilecek, ve dik olmayan bir sesle mevlîd’i şerîf’e başlanacak. En çok uyulması gerekenler ise; ‘Zemin, Zaman, Meyan ve Karar mefhumlarına çok dikkat etmek gerekir. Bundan sonra okuyucu sesinin erişebildiği güzelliklerde dolaşacak ve dinleyenlerine de bu güzellikleri tattıracak” diyerek kâidelerin gerekliliğine vurgu yapmıştır. Bu hususta mevlîd bölümlerine bazı misaller verdik.

Mevlîd-i Şerîf’in ilk bahri olan “Tevhîd Bahri” Mevlîd-i Şerîf’in giriş bahridir. Amir Ateş’e göre: “Gereksiz safsatalardan uzak tamamen gerçek mısralardan oluşan hâli ile okunmalı” vurgusunda bulunmuş. Bu bahrin atalarımız tarafından: “Dügah,Sabâ ve Çargah” makamları ile okunduğuna dikkat çekmiştir. Müellife dua bölümü diye adlandırılan ‘Ey Azizler İşte Başlarız Söze’ bölümüne girişte ise Hüseynî makamının bu bölüme uygulanmasının uygun olacağını belirtmiştir. Bu bahrin öncesinde, okuyan insanın daha kolay bir şekilde makama girebilmesi için bir ilâhi okunur. Ancak bu ilâhilerin Allah-û Teâla’yı öven, O’nu hatırlatan sözlerden olmasına dikkat etmek gerekir. Mevlîd-i Şerîf arasında kasîdeler de okunur. Ancak her bahrin kendi özelliğine uygun olmalıdır. “Bahirlerin arasında kasîdeler okunabilir. Yunus Emre’den, Şeyh Galib’den, Merhum Mehmet Akif Ersoy’dan okunabilir. Bu kasîdeler de değişik değişik aruz kalıplarıyla yazılmış olduğundan evvela bu kalıpları öğrenmek gerekir” diyerek bu konuya dikkat çekmiştir. Aynı zamanda mübarek kutsal gecelerimiz için bestelenen güzel bestelerin de olduğu aşikârdır. Amir Ateş’in bestesi ve güftesi Yasin Hatipoğlu’na ait: “Candan açılan ellere nur yağdırır Allah,

Rahmet saçılan dillere nur yağdırır Allah” güftesini düğah makamında bestelemiş ve tevhîd bahrinin önünde bu makamda seçilen ilâhilerin veya sabâ ilâhilerin iştirak etmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Bu bahrin sonundaki “Fatihâ ihsân ede ben kulunâ” mısraında söylenen

“Müellif, Süleyman” gibi sözlerin gereksiz olduğu o bölümün “Fatihâ ihsân ede ben kulunâ” şeklinde olması gerektiğini belirtmiştir. Bu bahr içerisinde kasîdeye çok fazla yer verilmemiştir. Ancak bu bölüm içerisinde bir kasîde okumaya karar verdi ise mevlîdhan: “Bu bölüme uygun bir kasîde seçerek, “Ol dedi bir kerre var oldu cihan, Olma derse mahvolur ol dem hemân” mısrasını takiben “Meded ya Kerîm Allah” diyerek tiz açma ve devamında “Ey güzel Rabbim bizi nâçar eyleme” kasîdesinin bu bölüme uygun düşeceğini, Peygamberi anlatan sözlerden ziyâde Allah-û Teâlâ’yı anan sözlerin seçilmesi gerektiği, yâni bir “Münâcaat” olmasının güzel olacağı vurgusunu yapmış ve örneğin: “Sığındık dergâhın ihsânına biz mekr i udvandan, Habibin aşkına hıfz et Ya Rabbi, şerr-i şeytandan, Muhammed ümmetiyiz gerçi olduk ehli isyan” güftesinin de bu bölüme uygun düşeceğini belirtmiştir.

Amir Ateş, Mevlîd-i Şerîf’in telaffuzlarına da çok ayrı önem vermiştir. Türkçe’yi güzel kullanmanın önemini vurgulayan Amir Ateş: “Uzay çağını yaşayan insanoğlu nasıl olur da 600 yıllık Mevlîd-i Şerîf’i yanlış okur. Bu nasıl bir acizlik, gerçekten bize yazık…” ifadesiyle üzüntüsünü dile getirmiştir

Son yüzyılın ikinci yarısında yetişmiş Hâfız ve Mevlîdhan Dr. Fatih Koca, Amir Ateş ile olan bir anısını şöyle anlatmıştır: “TRT ekranlarında okuduğum bir mevlîd programının ertesi günü telefonum çaldı. Arayan Amir Ateş Hocam idi. Bana öncelikle tebriklerini sunduktan sonra; “Evladım, tebrik ederim seni ancak bir iki yerdeki hatalarını düzeltmek boynumun borcu.

Birincisi; ‘Bâğ-î cemâl’, değil orası, ‘Bağ-ı cemâl’ olacak dikkat edersen daha güzel sözünü hiç unutmam” sözleri ile Amir Ateş’in, Mevlîd-i Şerîf okuyucularının dikkat etmesi gereken hususları, onları kırmadan düzeltme yoluna gittiğinin en güzel göstergesidir.

Mevlîd-i Şerîf’in bahirleri arasında son dönemlerde okunmayan bir bölüm vardır. Bu bölüm “Nur Bahri” adıyla anılır. Amir Ateş: “Apayrı güzel bir bahirdir” sözüyle bu bölümü sevdiğini özellikle belirtmiştir. Adem A.S.’dan itibaren peygamberden peygambere geçen nurun Hz. Peygamberimizle karar kıldığını anlatan bahirdir. Bu bahir genellikle “Hicâz” makamı ile okunur. “Nur Bahri eski dönemlerde atlanmadan tamamen okunan bir bölümdür ve bu bölüme tevhîd bahrinden sonra ‘hicâz veya şehnaz’ girmek suretiyle okunur. Yâni bu bahre dik seslerden girilir ve aşağıya doğru hicâz makamıyla bırakılırdı. Yalnız son dönemlerde bu bahir atlanılarak Velâdet bahrine geçilmektedir” sözleri ile ders niteliğinde bu sözleri sarf etmiştir.

Amir Ateş, Mevlîd-i Şerîf’in şu bahri bu makamda veya bu bahri şu makamda okunacak diye asla ısrar etmemiş ancak geleneğe uygun okumaktan da geri durmamıştır. Bir konu ile alâkalı bir anısı şöyledir: “Kadıköy Moda semtinde bir aile hatırlarım. Mevlîdi baştan sonra nihâvend makamında isterlerdi. Yâni nihavent makamı hastası bir aile idi. Ben onlara okumaya gittiğim zaman bu isteklerini hep dile getirirlerdi, ancak ben onlara, okuyacağım mevlîd içerisinde nihâvend geçkiler yapacağımı ama tümünün nihâvend okunmayacağını hatırlatsam da onlar bu isteklerini her seferde devamlı vurgularlardı” Amir Ateş’in bu aile tanışması da çok farklı bir şekilde vukuu bulmuştur.

Bu olay şöyledir: Aile, devamlı olarak kendilerine mevlîd okumaya gelen hocalardan nihâvend mevlîd okumalarını isterler. Onlar da nihâvend başlar ve farklı makamlarda bitirirlermiş. Bu hocalar aynı zamanda Amir Ateş’in arkadaşlarıdır, bir gün aileye derler ki: “Biz nihâvend başlayıp nihâvend bitiremiyoruz en iyisi biz size nihâvend başlayıp nihâvend bitirecek bir hoca getirelim” derler ve Amir Ateş’i bu aile ile tanıştırırlar. Amir Ateş’ in bu aile ile tanışması bu şekilde olmuştur. Mevlîd-i Şerîf içerisinde bir bahr vardır ki Amir Ateş bu bahri de kendi isteği ile okumamaktadır. Bu bölüm peygamber efendimizin ölümünü anlatan bahrdir. (Vefât’ün nebî) Ancak birtakım okuyucuların, bu bölüm okunmazsa mevlîd kabul olmadı gibi bir takım görüşleri olduğu için her mevlîdde bu bölümü okuduklarından bahseden Amir Ateş: “Fahrî âlem göç eyledi dünyadan, Ümmetlerim size olsun elveda. Bize gel gel oldu yüce mevlâdan, Ashablarım size olsun elveda” derken biraz daha ilerlerinde bir şeyler daha katarak “Besleyip büyüttün beni, Kucağına aldın anam, Yemedin yedirdin, şimdi nerelerdesin anam’ gibi bir şeyler daha ekleyerek mevlîdler okuyorlar. Bazıları isteyerek o mecliste bulunsa da, mevlîdin tam ne demek olduğunu bilenler çekip gidiyor. Bu durumlara düşmemek için, ‘Bu işin edebiyat yönünü, san’at yönünü, mûsîki yönünü asla elden bırakmamak’ gerektiğini vurgulayan Amir Ateş: “Mevlîd’in bugünkü hâline gelişinin nedenlerinden bir tanesinin de mevlîde bu luzumsuz şeylerin eklenmesindendir” sözleri ile mevlîdhanlara yönelik özeleştiride bulunmuştur

Amir Ateş’e göre ortamda bulunan insanların psikolojilerini, mevlîdin ne için okutulduğunu ve ev ortamını çok iyi gözlemleyerek Mevlîd-i Şerîf’in okunması lâzım gelmektedir. Bu şekilde Mevlîd-i Şerîf daha etkili olmaktadır.

Bahirlerin içerisinde geçen ve yanlış telâffuz edilen kelimeler ile alâkalı olarak Velâdet bahrinden örnek veren Amir Ateş bazı yörelerde; “Emine Hatun” olarak okunmasının kesinlikle yanlış olduğunu vurgulamış ve buranın “Âmine Hâtûn” olması gerektiğinin altını çizmiştir. Aynı zamanda “O günler yakınlaştı manâsındaki” “Vakt erişti Hefte vü eyyâm ile” mısrasının “Hefte hû” şeklinde okunmasının da yanlış olduğunu vurgulamıştır.

Bu bölümde mevlîdhanlar tarafından devamlı tartışması yapılan “Çok alâmetler belürdi gelmeden” bölümü için de “Gelmeden anlamında ancak yakîne kâfiye olması durumundan ‘Gelmedîn’ şeklinde de okunabilir” diyerek bu mısradaki karmaşaya açıklık getirmiştir.

Anılar, anılar, anılar…

Bir Müslümanın Peygamber Efendimizin ahlâkını nasıl tatbik etmesi gerekirse hocamız bire bir bunu yaşamakta. Tevazuu, âlicenaplığı.. Kendime timsal seçtiğim insan, mûsîki insanı..

Seni ben unutmak istemedim ki…

Hocamız anlatıyor : “Ben seni unutmak için sevmedim şarkısı ünlenmişti. Notlarımın arasında bulduğum şiir bu şarkıya bir nazire idi. “İlhami Behlül Pektaş” göndermiş olacak. Diye düşündüm, besteledim. Kendisine gönderdim. İtiraz etti. “” Hayır hocam bu şiir bana ait değil… Tarzından kendinize ait olduğu anlaşılıyor“ dedi. Öylece kaldı.

“Bir kızıl goncaya benzer dudağın” Peygamber Efendimize mi 26 yazılmış…

Bir sohbetimizde anlatmıştı.

Hocamıza sordum: Kıymetli hocam. Bir kızıl goncaya benzer dudağın şarkınızın halk tarafından çok sevilmesinin sebebi şiiri muhtemeldir ki Peygamber efendimize yazılmış şeklinde biliyoruz. Bu konuyu halkımıza en başından anlatır mısınız lütfen.

Öncelikle çok teşekkür ediyorum. Merhum Avukat Orhan Ergüder’in yeğeni Mehmet vardı. Bu Mehmet bebek o zaman. Bebek ağlamaya başladı. Dayanamam. Kucağıma aldım. Evde bulunan piyanonun başında Mehmet’i oyalıyorum. Tuşlara dokundum. Ağzımla da ritim tuttum.. Baktım güzel bir melodi. Bu arada Melek Hiç hanımefendinin şiiri de cebimdeydi. Mehmet’e hitaben şarkıyı okumaya başladım: “ Bir kızıl goncaya benzer dudağın.” Hocam Emin Ongan dinleyince. “Çok güzel bir eser olmuş. Bunu TRT deki arkadaşlara vereyim okunsun” dedi. Hoca TRT ye vermiş, aldı yürüdü. Hâlbuki bundan çok daha güzel eserlerim var. Ben seni unutmak için sevmedim., Seni ben unutmak istemedim ki, Sevenler hep ağlarmış yâni Eylül akşamları. Bir televizyon programında Avrupa’dan bir hanımefendi telefonla bağlandı. ”Amir Bey! Dedi Rahmetli teyzemiz Melek Hiç hanımefendinin Peygamber Efendimiz için yazdığı bu güzel şiiri bestelediğiniz için size teşekkür ederim.” Deyince düğüm kendiliğinden çözüldü.. Halkın bu esere bu kadar itibar etmesinin de sebebi anlaşılmış oldu.

Beyaz Kiraza ne oldu?

2013 yılı haziran ayında “Amir ateş besteleri” adıyla kapsamlı bir konser vermiştim. O günlerde gezi olayları sürmekteydi. İnsanlar sokağa çıkamıyordu. Buna rağmen Devlet Resim ve Heykel Müzesinde Aziz Atatürk’ün bizzat ilgilenerek inşâ ettirdiği Türk Ocağı salonu tıklım tıklım dolmuştu. (Davetiyesi aşağıdadır.) Ertesi sabah bizde kahvaltı ikram ettik. Sevgili Ali Ağabeyimiz Ali Coşkun ve eşi hanımefendi de teşrîf ettiler. Mütevazı bahçemizde bir tanecik kiraz ağacımız vardı. Ereğli’den rahmetli babam Hâfız Erdal Hoca’nın getirip diktiği kiraz ağacına yıllar içinde bir dal Napolyon bir dal da Ereğli Beyazı aşısı yaptırmıştık. Bir dalda iki kiraz değil bir ağaçta üç çeşit kiraz. 19 mayısta ağacın öz yavruları kızarır. Mayıs sonuna doğru Napolyon dalı haziran sonuna da beyaz dal olur. Hocamız ve eşi elleriyle topladılar ama beyazlar henüz olmamıştı. Beyazlar olunca yine buyurun dedik…

Hocamız olağanüstü tilâvetiyle Er Rahman suresini okudu, dua etti . Âmin dedik.

Beyaz kiraz mı? Maalesef kısmet olmadı.. Biz yokken karşı komşumuz güneşi engelliyor diye alt dalları yâni bu aşılı dalları kestirmiş.. Hocamızın kısmeti de kesilmişti…Çok üzüldük ama yapacak bir şey de yoktu.. Her gün bakıp üzülüyordum. Bahar geldi ağaçta çiçek yok.. Ertesi yıl yine yok… Ağaç çiçek vermedi.

Gel bakalım Kandıra’lı

Küçük kızım Dr. Segâh Nur tıbbiyeyi bitirince boş kadroları araştırıyordu. “Kandıra” dediğini duydum. Amir Hocamın memleketi deyip durumu inceledik. Devlet Hastanesinde boş kadro varmış. Hocamızı arayıp müjde verdim. Çok sevindi. Başka yerde kalmasın manevi kız kardeşim var o da yalnız. Onun yanında kalsın dedi. Gittik bulduk, üst katını kiraladık. İstanbul uzak değil hocamızı da ziyaret ederiz dedi. Bir sabah kahvaltısında misafirleri olduk.. Eve varırken hoca Segâh Nur’u görünce “Gel bakalım Kandıralı” diye seslendi. Kızımızın ön adı Kandıralı oldu. Telefonu açınca “Kandıralı iyi mi? Diye sorar

Ustalara Saygı Konseri 9 Mayıs 2022

Kompozisyon (beste) hocam Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca sağ iken onun eserlerinden oluşan konserler vermiştim. Son konserimizde alzheimer başlamıştı. 28 ekim 2016.. Sonra çoklu organ yetmezlikleri sebebiyle çok uzun bir yoğun bakım sürecinden sonra aralık 2021 de vefat edince hem Yavaşca hocamın hem de Amir Ateş hocamın eserlerinden oluşan bir repertuvar hazırlığı yaptım. Amir Ateş Hocamın çokça şiirini bestelediği gönül insanı milletimize çok büyük hizmetleri olmuş Şair Ali Coşkun eserlerinden mürekkep bir repertuvarla 9 Mayıs 2022 günü tarihe geçecek bir konser icra ettik. Bu konser vesîlesiyle Ankara’ya teşrîf eden hocamızla uzun uzun söyleşme imkânı buldum.