Bestekâr Tahsin Ener ile söyleştik
Kendinizi tanıtır mısınız?
1946 yılında Ankara’nın Kalecik ilçesinde doğdum. Babam Mahmut Bey ve annem Şerife Hanım’la 1959 yılına kadar Kalecik’te ikamet ettik, sonrasında Ankara’ya yerleştik. İlkokula Kalecik’te başladım ve orta üçüncü sınıfın birinci ayına kadar eğitimime burada devam ettim. 1959 yılında 14 yaşımdayken Ankara Gazi Lisesi’nin ortaokul kısmına kaydoldum. Gazi Lisesi’nden mezun olduktan sonra abimin tavsiyesi üzerine İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği bölümünü tercih ettim ve 1963- 1967 yılları arasında üniversite eğitimimi tamamladım. Üniversiteden mezun olur olmaz İstanbul Fatih Orman Müdürlüğünde göreve başladım. Bu süreçte 2 yıl vatani görevimi yapmak üzere askere gittim.1990 yılında ise Ankara Orman Bölge Müdürlüğüne tayin oldum.1994 yılı mayıs ayında buradan emekli oldum. İki evlilik yaptım. İki kız, bir erkek olmak üzere üç evladım var. Şimdilerde şiir ve beste çalışmalarıyla da meşgul olmaktayım. Aynı zamanda Kur’an-ı Kerim öğretiyorum, musiki ve ney dersleri veriyorum. Düğün, sünnet, cenaze, dinî sohbetler, toplantı, konferans, meşk ortamı gibi birçok vesileyle iyiyi ve güzeli sazımla sözümle anlatmaya devam ediyorum.
Nasıl bir eğitim hayatınız oldu, bize anlatabilir misiniz?
Üniversite yıllarım birçok farklı şeyi öğrendiğim dönemdir. Namaz kılmaya o dönemler başladım. Kur’an-ı Kerim ve Osmanlıca okumayı o zamanlar öğrendim. Üniversiteye başladıktan üç ay sonra Süleymaniye Camii taraflarındaki laboratuvardan dönerken bir üzüntü hissettim. Eve geldiğimde ev arkadaşım Mustafa’ya “Bu ecdad camileri boşa mı yaptı, biz niye sadece Cuma namazlarına gidiyoruz?” demiştim. İkimiz de pişmanlık duyarak namaza başlamıştık. Ama camilere gittiğimde hocaları dinlerken ezberlediğim sureleri onlar gibi okumadığımı fark ettim. Kârîler sûreleri tecvidli okuduğu için bana farklı geliyormuş. Onları dinledikçe isimlerini bilmesem de tecvid kurallarını uygulamaya başladım. Ancak o dönemde Kur’an okumayı hâlen bilmiyordum. Küçüklüğümden itibaren Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenme imkânı bulamamıştım. Duyarak ezberlediğim surelerle namazlarımı eda ederdim. İkinci sınıfta okurken Kur’an-ı Kerim okumayı kendi çabalarımla öğrendim.
Musiki ile münasebetiniz hakkında bilgi verir misiniz?
Musiki, küçüklükten beri içimde vardı. Çocukluktan beri mırıldanırım. Küçükken abimin bağlamasını gizlice alarak “Gelin Ayşe” türküsünü kendi kendime çalmayı öğrenmiştim ama fırsat bulamadığım için bağlama çalmayı uzun süre bıraktım. Lise zamanlarımda Ankara Gençlik parkında bir kişinin ut enstrümanıyla söylediği “Erenler” isimli eser çok hoşuma gitmiş ve hemen ezberlemiştim. İlk ezberlediğim eser de budur. İlk bestemi 12 yaşımda abimin kitabında gördüğüm, sözleri Karacaoğlan’a ait “İncecikten Bir Kar Yağar, Tozar Elif Elif Diye” mısraıyla başlayan şiire yapmıştım. O zamanlar babam, abime bir şeyler söyletip dinlerdi. Ben babamdan çekinir söyleyemezdim. Bir gün cesaretimi toplayıp babama “Ben de bir eser söylemek istiyorum.” dedim. Babam da söyle bakalım dedi. “Derdimi Söylesem Bir Kara Taşa” türküsünü söyledim. Babam şaşırmış ve takdir etmişti. Ondan sonra babam, evimize misafir geldiğinde musiki icra etmemi ister ve sonrasında “Oğlum, sen okuduğun zaman okka, nizam her şey tam oluyor.” diyerek icradaki tavrımı överdi.
Ne var ki musikinin haram olduğu şeklinde öğrendiğim birtakım yanlış bilgiler nedeniyle 1968 yılından sonra yaklaşık otuz yıl boyunca musikiye ara verdim. Tabi bu ara veriş çok keskin bir ayrılık değildi. Yeni eserler ezberlemesem de eski bildiklerimden okurdum. Arazide iken şarkılar insana yoldaş olur. İşte görev icabı ormanlarda gezerken türküler, şarkılar ve ilahiler söylemeye devam ederdim. Bu günlerde bir arkadaşım “Musiki, âşıkın aşkını, fasıkın fıskını arttırır.” şeklindeki veciz ifadeyi söyleyerek düşüncelerimin yanlışlığını anlatmaya çalışırdı. Bu konuşmalar devam ettikçe musiki konusunda biraz daha mutedil davranmaya başladım. 1974 yılından itibaren katıldığım meclislerde de ilahiler söylemeye başladım. 1976 senesinde birkaç tane beste yaptım. Neticede tamamen kopamadığım musikiye, 1998 yılında, “Âlemin sofusu ben miyim?” diyerek ney alıp tekrar yöneldim. Ney ile ilgilenmeye o zamanlar başlamıştım fakat esasen elli yaşımdan sonra gençlere dini sevdirmek maksadıyla daha da yoğunlaştım. Kur’an okumaya gelen küçük yaştaki öğrencilerim için Ney açmaya başladım. Ney hediye ederek, ilahiler öğreterek onlarla bir bağ kurmaya çalıştım.
İlk şarkı bestemi 2000 yılında Fuzûlî’ye (ö. 1556) ait “Derdime Vâkıf Değil Cânân, Beni Handân Bilir” güftesine yaptım. 2004 yılında, Peygamber Efendimiz (sav) için yazıp bestelediğim “Ey Güzel Yâr” isimli Sûzinak eserim ile bu alandaki çalışmalarıma ağırlık verdim.
Aynı zamanda iyi bir dinleyiciyimdir. Bekir Sıdkı Sezgin, Münir Nurettin Selçuk, Alaaddin Yavaşça ve Meral Uğurlu’yu çok dinlerim. Alaaddin Yavaşça bir röportaj esnasında ‘Siz neden hiç gazinolarda çıkmıyorsunuz?’ sorusu üzerine ‘Musiki de bir ibadettir, öyle içkili yerlerde falan söylenmez.’ demişti. Bu yüzden Yavaşça’yı ayrı severim.
Musiki veya enstrüman eğitimi aldınız mı? Birkaç farklı enstrüman çalıyordunuz?
Ben mektepli değil alaylıyım. İlla şunu çalayım, illa şöyle söyleyeyim gibi bir derdim olmadığından herhangi bir hocadan eğitim almaya ihtiyaç duymadım. Eser ve enstrüman icrası hususlarında özel bir gayret sarf etmedim. Çünkü ben musikiyi amaç değil araç olarak görüyorum. Çevreme iyi şeyler öğretmek, gençlere ve çocuklara faydalı bilgiler aktarmak, hasılı daima insanlara hizmet ve tebliğ için bir vesile olarak görüp bu maksatla kullanıyorum.
Nota okumayı, ney üflemeyi, ut ve bağlama çalmayı kendi gayretimle öğrendim. Hangi enstrüman olursa olsun, çabucak kavrama yeteneğim vardır. Askerî bando ekibinde Trompet çalan bir arkadaşım (Rasim Erenler), yanıma geldiğinde ondan enstrümanını istemiştim ve ilk denememde ses çıkarmayı başararak “Hak Hak Diyen Âşıklar” ilahisini çalmıştım.
2004 yılında bir arkadaşımın yanına gitmiştim. Arkadaş henüz gelmemişti. Odasında ut gördüm. O güne kadar hiç çalmışlığım yoktu. Elime alıp biraz uğraşınca “Erenler” ve “Ah Nice Bir Uyursun” eserlerini çalmaya başladım. Notaları, baskı yerlerini bilmem ama kulağım var, sesleri tanıyarak çaldım.
Ut ile olan bu maceramı bir arkadaş meclisinde anlatınca arkadaşım Nazmi Bayram bana ut hediye etti. Ut ile kulaktan ne duysam çalabiliyorum. Bestelerimi yaparken ut enstrümanından oldukça istifade ettim. Uda yönelmemin bir sebebi de çalarken söylemeye elverişli bir enstrüman olmasıdır.
Son dönemlerde eşimin isteği üzerine bağlama sazıyla ilgilenmekteyim. Bağlamanın ses yapısı-düzeni ile duygularımı daha özgün nağme ve motiflerle ifade edebiliyorum
Nota okumayı ne zaman öğrendiniz, bestelerinizi notaya kendiniz mi alıyorsunuz?
İlk zamanlarda nota bilmediğimden bestelerimi Kenan Aydınlı’ya deşifre ettirirdim. Ut çalmaya başladıktan bir süre sonra, 2004 yılında, nota öğrenmek istedim ve bunda başarılı oldum. Nota bilgisi içeren bir kitap temin ederek notaların yerlerini öğrendikten sonra önceden bildiğim eserlerin notalarına bakarak çalmaya ve söylemeye başladım. Akabinde bestelerimi de kendim notaya almaya başladım. Yakın zamanda bilgisayarda nota programı kullanmayı da öğrendim. Böylece önceki bestelerimi tashih etme ve yeniden düzenleme imkânı buldum.
Bir youtube kanalına sahipsiniz. Bu kanalı açma amacınız nedir ve işlevselliğini sürdürüyor mu?
Teknolojik gelişmelere ayak uydurmaya çalışıyorum. Evet, 2016 yılında bir You Tube kanalı açmıştım ve eserlerimi video kaydı yaparak yayımlamaya başlamıştım. Fakat çeşitli sebeplerle kayıtları devam ettiremedim, sadece 8 video yükleyebildim. Aileme hatıra olsun düşüncesi ile bu kayıtları yapmaya başlamıştım. Henüz bestelerim kayıt altına alınıp yayımlanmadığı için eserlerimin unutulup gideceğini düşününce üzülüyordum. Bu hüzün içerisinde iken bir cuma günü Fatih Koca ile yüz yüze görüşmek ve bestelerimi göstermek için ziyaretine gitmiştim. Orada bir hanım kızımız da aynı şekilde Fatih hocasını ziyarete gelmişti ve kendisiyle tanışma fırsatı bulduk. Kızımız bir süre sonra bana ulaştı ve yüksek lisans tezi için bir derleme faaliyeti olarak hayatımı yazıp bestelerimi kayıt altına almak istediğini belirtti. Bunun üzerine görüşmelerimizi yaptık ve kızımız çalışmasını tamamladı. Rabbime şükürler olsun, bestelerim kayıt altına alındı ve artık unutulmayacak.Söz konusu yüksek lisans tezi için bakınız.
Musiki Hakkındaki Görüşleriniz Nelerdir?
Musiki bir ilimdir. Öncelikle din temelli66 dir. Kâinattaki her şey ahenk içindedir ve ilahî bir mûsikî vardır. Allah yaratmasaydı, bu nağmeler olur muydu? Helal olan mûsikî kalpleri Allah’a yakınlaştırır. “Musiki âşık’ın aşkını, fasıkın fıskını arttırır.” sözü doğrudur. Meşk yaparken veya güzel bir saz eseri dinlerken gözümden yaş gelir bazen. Bu yaşlar boşa akar mı hiç?
İkinci olarak musiki tamamen matematik ile ilgilidir. Ayrıca musikinin ruhi ve psikolojik yönü de vardır. Musiki insanın içinde doğuştan vardır. Torunum 1 yaşına yaklaştığı zaman bir gün ona ney üflemeye başlamıştım. Saba makamında bir taksim icra ettiğimde torunum ağlamaya başladı, sevmediğini düşünerek taksime ara vermiştim. Bir süre sonra tekrar saba taksim üfledim, yine ağladı. Saba makamının ve o an üflediğim melodilerin hüznü barındırdığını fark ederek hareketli bir eser üflemeyi düşündüm. Hüseyni makamındaki “Mısırı Kuruttun Mu?” türküsünü üfleyince ağlayan bebek sallanarak oynamaya başladı. Demek ki 1 yaşındaki bebeğin içinde bile o musiki duygusu var. Makamın tesiri görülüyor ki saba makamına hüzünlenip hüseyni makamına seviniyor
Besteleriniz hakkında bilgi verir misiniz?
Hem dinî hem din dışı eserler besteledim. 81 ilahi, 19 Şarkı, 3 Türkü ve 2 marş formunda olmak üzere toplam 105 bestem var. Bestelediğim güftelerin 77 tanesi bana aittir. Yunus Emre, Mevlânâ, Ahmed Kuddûsî, Ali Ulvi Kurucu, Hüsn-i Gülzârî, Muzaffer Ozak gibi bazı mutasavvıfların ve gönül erlerinin güftelerine de besteler yaptım. Din dışı bestelerimin güfteleri de yine tasavvufî mahiyettedir.
Aynı zamanda şairlik yönünüzde var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
1984 yılında Sami Efendi’nin ahirete irtihaline üzülerek bir şiir yazıp kaside şeklinde okumak istedim fakat herhangi bir şey yazamamıştım. Zaman zaman bazı denemeler yapsam da şiir yazmakta muvaffak olamadım. Ancak aradan 10 sene geçtikten sonra 1994’te Musa Topbaş Efendi’nin Ankara’ya ziyareti esnasında ilk şiirimi yazdım. Şiirin de musiki gibi bir ahengi, düzeni vardır.
Dinî-tasavvufî muhtevalı ve nasihat içerikli şiirler yazıyorum. Peygamber Efendimiz (sav), İslâm büyükleri, aile fertleri ve sosyal-toplumsal olaylar hakkında yazdığım 123 tane şiirim var. Şiirlerimde “Dâî” (davet eden, çağıran) mahlasını kullanıyorum. Serbest şiirlerden pek hoşlanmam. Çünkü aruz vezni ile yazılan şiire beste yapmak daha kolay ve güzel oluyor. Özellikle şarkı formundaki eserler için aruz kalıplı güfteler pek sevimli ve münasip geliyo
Şairlik yönünüzden de hareketle şunu sormak isterim: Güfte seçiminde dikkat ettiğiniz hususlar nelerdir?
Evet, ben enstrüman çalma konusunda özel bir gayret sarf etmedim ama şiir yazmak ve beste yapmak konusunda çaba gösterdim. Çünkü bu çaba insanlara sesimi duyurabileceğim, mesajlarımı iletebileceğim bir alan. Fakat her söze yani şiire beste yapılmaz, beste sıradan bir uğraş olamaz. Emek verilmesi lazımdır, sözlerin insana dokunması elzemdir. Önce sözün şekil ve mana olarak güzel, anlamlı olması gerekir. Musikideki amacım Hakk’ın mesajını iletmek olduğundan güfte besteden önce gelir ve güftenin önemi daha ağır basmaktadır.
Ayrıca Nutk-i şerifleri her çağa hitap eden Allah dostlarını (Evliya ve Arifler) ayrı tutarsak aynı konular etrafında dolaşan bir söze beş-on tane farklı beste yapılmasını doğru bulmuyorum. Zamana ve değişen şartlara, ihtiyaçlara göre hareket etmek gerekir. Ben özel besteler yaptım. Düğün ilahisi besteledim. Çünkü bir kardeşimizin, arkadaşımızın düğününe gidiyoruz. Sahne alan ekipler düğünle, o günün sevinciyle ilgisi olmayan basmakalıp eserler söylüyorlar. “Düğüne özel sözler yazılıp beste yapılamaz mı, diyerek” çalışmalara başladım. 1994 senesinde güftelerini yazıp “düğün ilahisi, sünnet ilahisi” besteledim. Böyle farklı ihtiyaçları da göz önünde bulunduracak şekilde gayret sarf etmeliyiz. Yeni sözler yazmalı, yeni besteler yapmalıyız.