El’aziz tımarhânesi sakinlerinden bir divânenin Rabb’ine yazdığı dilekçe
Çocukluk yıllarımızda Türkiye’deki birkaç “ Akliye Hastahânesinden” birisi de Elazığ’da bulunuyordu. Muhtelif şehirlerden buraya gönderilen ve artık hayatlarını burada devam ettiren yüzlerce “DELİ“ vardı. Kimi Çanakkale’den, kimi Hakkari’den, kimi şarktan, kimi garptan…
Bunlardan bazıları zincire bağlı, demir parmaklıklar arasında yaşarken, kimi de çarşı-pazarda halk içerisinde dolaşan, kaynaşan “MECZUP” lardı.
Elazığ esnafı, “Deli mi? Veli mi? belli olmaz” diyerek bunların ihtiyaçlarını karşılar, sohbet eder, kendilerini memnun etmeye çalışırlardı.
1965 yılında vefat eden bir “DİVÂNE” nin, “ Başhekimlik üzerinden” Rabb’ine yazmış olduğu son dilekçesini biz akıllılara hikmetli nasihât olması için okuyucularımız ile paylaşıyoruz. Dilekçenin Rabb’ine malûm olduğu kesin olmakla, “ biz akıllıların, bir deliden ibret “ alması için günümüze kadar bizlere de ulaşmıştır.
“Ben dünya Kürresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden, (El-Aziz – Elazığ ) Tımarhânesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sakinlerinden; ismi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin, âhir deminde misafiri Azrail’i beklerken, Başhekimlik üzerinden Hâkimler Hâkimi’nin dergâhı Uluhiyetine son arzuhalimdir:
Ben gam (dertlilik) deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanında PADİŞAH yapılmışım.
Meyvelerden dağdağana, çalgılardan ney-kemana kapılmışım… Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır. Kalbim Ayizman’ın (Hitlerin işkenceci Nazi Komutanı) fırını, ve sahranın çöl fırtınasıdır
Ruhum aşık-ı Hüdâ Mahbub peresttir, lâkin aklım kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gurestir (gelgittir).
Bana gelen derdü gamın kilosu beleştir. Nerde bir güzel varsa bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir), bütün yiğitlerde bana hep ters ve terestir.
Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdestidir. Yâni, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.
Ol Resuli zişan ve Sultanı dücihan: “Cenab-ı Allah’ın insanları dünya, dünyayı ise insanlar için yarattığını; Ruhları vücut için, vücutları ise ruhlar için yarattığını; Erkekleri kadınlar; kadınları erkekler için yarattığını; Cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını; cehennemi inkârcılar ve münâfıklar, inkârcıları ve münâfıkları da cehennem için yarattığını” hadisleriyle haber vermiştir.
Peki, acaba benim gibi meczup divâneleri ne maksatla hâlk etmiştir? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin…
Bu söylediklerimin hepsi ruhumun içinde cenk etmektedir. Eğer dilekçemin cevabı gelirse bu manevralar sona erecektir.
Şimdi adresimi arz ediyorum: Kur’an-ı geldiği yere, yine Kur’an-ı getiren geri taşısın. Madem ki ahkâmı ve ahlâkı kalmadı, Kur’an’ın kâğıdı ve yazısı neye yarasın?! Ta ki Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın.!
Ey zerrelerden kürrelere, yerlerden göklere bütün âlemlerin Rabbi!..
Ey cemadi, nebati, hayvani, insani, ruhani ve nurani her şeyin ve herkesin yegâne sahibi!…
Ey îmân ve şuur ehli kalplerin en yüce Habibi!
Ey dertli bedenlerin kederli gönüllerin, ve yaralı yüreklerin tabibi!.
Ben biçare kulun ki; garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhâne delisi…
Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divânesi!…
Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım, aşkına sarıldım, yegâne Sen kaldın!. Yurdumdan yuvamdan, evimden, barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın, ama onları ararken Sana ulaştım, sevdana daldım! Böylece fani ve hayâli görüntülerden kurtarıp hakiki tecelline mazhar kıldın.
Yüceler yücesi Rabbim, Efendim!
Hakk’tan saparak ve haddimi aşarak, haşa Senden, Burak bineği, Cebrail seyisi, Sidretül Münteha menzili, cümle mahlûkatın en şereflisi, Rahman’ın en mükemmel tecelli ve temsilcisi… Kâinatın fahri ebedisi, âhir zaman Nebisi ve Mehdisi, Levh-i Mahfuzun (kader projesinin) tercümanı ve tebliğcisi, efendiler efendisi Hz. Muhammed sâllallâhû âleyhi vesellem’in Mahbubiyetini mi istedim?..
Hanif dinin üstadı ve nice nebilerin atası Hz. İbrahim’in haliliyetini, Hz. Süleyman’ın saltanat ve servetini, Hz. Musa’nın celâdet ve cesaretini, Hz. İsa’nın ruhaniyetini mi istedim?..
Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hz. Ömer-ül Faruk’un dirayet ve teslimiyetini, Hz. Osman’ın zinnureynin asalet ve sehavetini, Hz. Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velâyetini mi istedim?
Senden mülkü hâkimiyet, şan ü şöhret, mal ü servet mi talep ettim? Senden vücuduma sıhhat ve afiyet, aklıma ziyâ ve selâmet, hayatıma huzur ve istikâmet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim!
Çünkü şerîâtın iptal, tarîkâtin ihmâl, hakîkâtın ihlâl ve mü’minlerin iğfâl edildiği bir zillet ve rezalet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sadece benim mesuliyet ve mahzuniyetimi ziyadeleştirecekti! Sultanım Efendim:
Ben Senden sadece Seni istedim; pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahiplendiklerimi uğruna feda etmektir.
Rabbim, elbet vardır hikmeti ki, bu kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin. Ben haşa itiraz değil, naz ederim ama, umarım Sen niyaz kabul edersin.
Aile efradımı, aklı izanımı alıp beni hicrana saldın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hâin ve hilekâr olaydım…
Ya varlıklı kalıp ama zâlim ve sahtekâr olaydım…
Ya âlim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakâr olaydım…
Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkar olaydım…
Ya sağlıklı sefalı kalıp ama, sapıtmış, ahlâksız ve vicdansız olaydım!..
Derdü bela ki, sabredenlerin vesile-i miracıdır. Müminler kalbimin tacı, mücrimler rahmetin muhtacı, münkirler hikmetin icabı, sadık ve aşık ehli cehd adâletin ilacıdır. Velâkin bu münafık, hâin ve zalimler ise çıban başıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helâli dışında bütün kadınlar kızlar ana-bacıdır. Ey Rabbim, Efendim!
Malûm-u alîniz ve zaten yüce takdirinizdir ki; ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu… Ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu… Ne etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu!..
Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım; ama şikâyet şekâvettir; bütün bu fani ve fena nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahını buldum…
Beni yoktan var ettin, îmân ve hidâyet buyurup varlığından haberdar ettin, ama aklımı alıp kulunu bi-karar ettin, sana sonsuz şükürler olsun!..
Şimdi son dileğim beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nurundan ayırma, ne olursun!
Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın; çünkü zaten Zatından gayrıya yalvarıp yakarmanın ŞİRK olduğunu buyurdun! Selâm ve dua ile