Geçtiğimiz yıl Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli tecrübelerinden sonra 2022 yılı da doğumunun 600. Yılı dolayısıyla Süleyman Çelebi ve onun eskimeyen eseri ve yazıldığı günden beri gönül telimizi titreten Vesiletü’n-necât yani bizim mevlidimiz anma programına alındı. Ben de buradan hareketle hepimizle şu veya bu biçimde bir anısı bulunan mevlidi, bir başka ifade ile sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi paylaşmak için icra edilen törenleri anlatmak istedim.
Akasya ağaçlarının gölgesine sığınmış küçük bir cami. Önünde sıra sıra dizilmiş, üzerleri temiz bir tülbentle örtülükalaylı su bakırları. Cami içinde belli bir hareketlilik var ama bakırların etrafında öbeklenmiş farklı yaşlardaki çocukların bu yoğunluk umurlarında değil. Onlar işin bir an önce bitmesini ve ancak mevlitten mevlide paylarına düşecek sadece damak tatlarına değil ruhlarına da iyi gelen mistik şerbeti içebilmeninpeşindeler. Sadece içmekle kalmayacak, öncelikle aile efradı ve yakın akraba çocukları olmak üzere çıkanlara bardaklarla ikram işlemini de onlar yerine getirecekler.
Sanıyorum herkesin hayatında bir mevlid hikayesi vardır. Benimki böyle başlıyor. Ama dahası var; bu hikâyeyi biraz ayrıntılı anlatmak istiyorum:
Çocukluğum bir muhacir köyü ortamında geçti. Muhacir köyleri yeni geldikleri coğrafyada da kendilerini psikolojik baskı altında hissetmiş ve bir süre kendi dışındaki çevreleri adeta öteki olarak görmüşlerdir. Elbette bugün artık öyle değil ama benim çocukluğumda (altmışlı yıllar) hala öyleydi. Bu yüzdendir ki yerli köylerinde daha sade kutlanan mevlidler, hatim törenleri, bayramlar, düğünler buralarda adeta bir bayrak gösterme fırsatı olarak kullanılır. Bu vesilelerle eş, dost, akraba bir araya gelir, kalabalık ve görkemli ikramlar gerçekleştirilir, karşı tarafa da birlik bütünlük mesajı verilir.
Mevlid törenleri bunların en sık ve farklı boyutlarda icra edilenidir. Aslında benim sevdiğim ve çocuklukta kenarından köşesinden izlediğim mevlidler kadınlar tarafından evlerde icra edilen örneklerdir. Tören mevlidi kim okutuyorsa onun evinde yapılır. Gelen her kadının ve önce gelen komşuların musafaha ederek selamlaşması, salat ü selam okumaları, sonra da ellerini yüzlerine sürerek adeta birbirlerini kutsamaları, çocukluk hatıralarımın güzel anılarından biri. Bu iş için köyde okuyucu kadınlar vardır ve onlar Balkanlardan getirilen ezgi ve son derece samimi bir edayla adeta vecd halinde bu görevlerini yerine getirirler. Ortalama her mevlid on civarında kadın tarafından okunur. Süleyman Çelebi’nin mevlidi araya yasin, tebareke, amme gibi sureler eklenerek belli ilahilerle birlikte icra edilir. Çelebi’nin her iş gibi buna da besmeleyle başlayalım mealindeki yalın ama sadelikte güzelliğin zirvesi olan Allah adın zikre edelim evvelâ, ifadesiyle başlayan okuma faslı, Merhaba ey âl-i Sultan merhaba coşkusuyla devam eder. Tören, Süleyman Çelebi’nin kendisi için ne kadar mütevazi, ne kadar içten talep ettiği Fâtiha ihsan ede ben Süleyman kulunaisteğine cemaatin can u gönülden okuyarak karşılık verdiği Fatihalarla sona erer. Bu okuyucu komşulara küçük ücretler ödenir. Sonra da bir küçük ikramla tören tamamlanır; eski yıllarda bu ikram karabiber ve karanfil karıştırılmış şekerli su yani şerbetti. İşlemi de evlerde evin genç kızları komşu akranlarıyla bardaklara doldurup sunarak gerçekleştirirlerdi. Aslında basit gibi görünen bu içeceklerle ev adeta bir mevlit kokusuna bürünür, ortam bir samimiyet ve kudsiyet ahvaline dönüşürdü. Sonraki yıllarda şerbetin yerini üzerine bir lokum ilave edilmiş külahta şeker, şimdilerde ise pilav ve tatlı ikramı aldı.
Peki hepimizin, dolayısıyla ferdi ve toplumsal hayatımızda bu denli önemli yer tutan mevlid ve icrası nasıl doğdu, nasıl gelişti?
Bursa, 15. yüzyılın başlarında, fetret dönemini geride bırakıp yeniden ayağa kalkan Osmanlı’nın başkenti olarak her bakımdan öne çıkmakta ve bu cazip konumuyla özellikle Anadolu Beylikleri, Orta Asya ve Türkmen coğrafyasından her sınıftan halkın akın akın geldiği bir mekana dönüşmekteydi. Zaman, Osmanlı Devleti’nin en dinamik dönemidir. Bir taraftan inşası biten Ulu Cami yanında Murat Hüdavendigar, Çelebi Sultan Mehmed Cami ve türbeleri şehrin siluetini değiştirirken bir yandan da Emir Sultan dergahı şehrin manevi havasını daha bir müslümanlaştırmaktadır.
Böyle bir ortamda bir gün Ulu Cami kürsüsünde yine doğudan gelen bir vaiz cemaati bilgilendirmekte: Bakara Suresi’nin “Biz, Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız.” mealindeki 285. âyetini yorumlarken Allah’ın peygamberlerinin birbirlerine üstünlüğü olmadığını, dolayısıyla Hz. Muhammed’i Hz. İsa’ya tercih edemeyeceğini söyler. O andaUlu Cami imamı olan Süleyman Çelebi âyette kastedilen üstünlüğün sadece “peygamberlik” yönünden olduğunu söyler ve eğer ayetten böyle bir mana çıkarılacak olsaydı ‘İşte biz o peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık (Bakara 253)’ ayeti nazil olmazdı.” diye itiraz eder. Bununla da kalmaz iddiaya yazılı bir cevap olarak Mevlid’i kaleme alır. Hatta, Hz. İsa’nın ölmeyip göğe yükselmiş olmasını, Hz. Muhammed’in ümmetinden olabilmek için gerçekleştiğini belirtir. Halkın Mevlid, Mevlid-i Şerîf, Mevlid-i Nebî, Mevlidü’n-Nebî, daha çok da galat olarak “Mevlûd” adıyla andığı mesnevi nazım şekliyle yazılmış bu eserin asıl adı kurtuluş sebebimiz anlamına gelen Vesîletü’n-Necât’tır.1410 yılında Bursa’da fâ’ilâtünfâ’ilâtünfâ’ilün vezniyle kaleme alınmıştır.
Vesîletü’n-Necât böyle bir iyi niyetin ve peygamber sevgisinin ürünü olduğu, adeta bir kutsal anda yazıya döküldüğü ve etkileyici bir üsluba sahip olduğuiçin yazıldığı günden itibaren çerçevesini çizmeye çalıştığım kutsal meclislerde artarak okunmaya, istinsah edilmeye ve basılmaya devam etti. Bu yüzdendir ki Türkiye ve dünya kütüphanelerinde nüsha sayısı Vesîletü’n-Necât’tan daha fazla, hatta ona yaklaşan bir başka Türkçe eser yoktur. Yine bu yüzdendir ki şekil ve muhteva bakımından ona benzeyen çok sayıda eser kaleme alınmış ama hiç biri Süleyman Çelebi’nin eserine yaklaşamamıştır. Vesîletü’n-Necât, bir besteye dayalı olarak özel bir tarzda okunur. Halkın bu ilgisi yanında belirli günlerde, usul ve teşrifatı belirlenmiş bir şekilde yüzyıllarca devlet töreniyle de icra edilmiştir.Günümüzde de hâlen halk arasında doğum, sünnet, düğün, ölüm gibi özel gün ve zamanlarda okutulan eser, “mevlidhân”larını yetiştirerek Türk musikisi açısından da dikkate değer bir konum elde etmiştir. Türk Müslümanlığının şaheserlerinden olan ve ortalama 750 beyit civarındaki Mevlid, başta Osmanlı coğrafyası üzerinde yaşayan milletler olmak üzere birçok dünya diline çevrildi. Arapça, Rumca, Arnavutça, Çerkezce, Boşnakça, Gürcüce, Zazaca ve Bulgarca ile Sevahil dili bunlar arasındadır. Bendeniz Belgrad Bayraklı camiinde bir kandil gecesi Türkçeyle birlikte Boşnakça ve Arnavutça mevlid dinledim.
Halkımız arasında böylesine önemsenen bu etkinliğin aydınların dikkatini çekmemiş olması düşünülemez. Bunun güzel örneklerinden biri olarak İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’in Said Paşa İmamı zikredilebilir. Yazarın bu yazıyı okuyanlardan ricası, bu metni bitirdikten sonra internetten girip sözünü ettiğim şiiri vecd halinde okumalarıdır. İsteyenler daha sonra Selman Ada’nın Devlet Opera ve Balesi tarafından icra edilen farklı bir etkinlik olarak Mevlid Kantatını da dinleyebilirler.
19. yüzyıl ortalarından itibaren bilimsel araştırmalara konu edilmek amacıyla Almanca ve İngilizceye de çevrilen Mevlid, şimdi UNESCO anma ve kutlama yıldönümleri listesinde. Yüzyıllardır milletimizin gönlünde yaşadı, yaşamaya devam edecek. Bu dikkat çekiş ona bir şey katar mı bilmem, amaadeta ilahi dikteyle yazılan bu etkin metin bu yolla biraz daha gündemimize girip gönül telimizi farklı kutlamalarla titretmeye devam edecektir.