Abdülkadir Meragi, Buhurizade Mustafa Itri

Takip ettiğiniz gibi Hafız Amir Ateş ile başlayıp Hafız Sadettin Kaynak ve onun öğrencisi Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca’yı hem onların anıları hem de kendi anılarımla anlatmıştım.

Türk musikisi ile ilgilenenlerin bile “Allah Allah, ‘o’da mı hafızmış?” dedikleri değerlerimizi anlatacağım. Anlatacağım Hafız bestekârların benim tespit edebildiğim bir listesini makalenin sonuna ilave ettim.

“Türk müziği en doğru nereden nasıl öğrenilir?” sorusuna eskiler, bir cemiyet, bir okul adı vermez hatta isim de vermez; “Musiki fem-i muhsinden öğrenilir.” derler imiş. “Fem-i muhsin”den kasıt ise icrayı, telaffuzu en doğru şekilde yerine getiren, terbiye edilmiş ağızdır. Aynı zamanda bu, Kur’an-ı Kerim’i tecvit ve talimiyle, düzgün bir telaffuzla okuyabilen kişilere denir. Bu ortaklık aslında bizim müziğimizin özünü, belkemiğini oluşturuyor. Türk müziğinin klasik icra tavrına hafız tavrı diyoruz. Hafız tavrı dediğimiz tavır, hafızların Kur’an okurken yaptıkları gırtlak nağmeleri, süslemeler ve doğru telaffuzun tesiri altında şekil alan bir icra tavırdır. Dinlediğimiz o klasik Türk müziği eserleri, gazeller, ehil hanendeler, hafızlar tarafından hafız tavrıyla icra ediliyor demektir.

Türkçe, Kur’an dilinden ayrı düşünebileceğimiz bir dil değildir, bilakis Kur’an-ı Kerim’in dilinden beslenen bir dildir. Mesela İsmet Özel “Türkçe dediğimiz dil, Arap sarf ve nahvini bilen insanların günlük hayatlarını idame ettirmek için ortaya çıkardıkları dildir. Yani, “Telaffuzuyla, aksanıyla doğmuş bir dildir.” derken bu ilişkiye vurgu yapar. Bugünkü Türk müziği icrasının en mühim sorunlarından biri bu telaffuz sorunudur.

limelerimize yabancılık… Bunlar bugün Türk müziği icrasında, bu sanatın üstatları tarafından büyük bir noksan olarak görülür.

İşte hafız tavrı dediğimiz bu tavır bütün nüanslarıyla, zaman içerisinde müziğin icra tavrını etkilemiş, bir eser icra edilirken ya da bir gazel okunurken bu tavırla icra edilir olmuş. Çünkü edebiyatının, sanatının en mühim ilham kaynağı Kur’an-ı Kerim olan bir medeniyetten bahsediyoruz.

Edebiyat yahut güzel sanatlar nasıl Kur’an-ı Kerim’in diliyle, sesiyle, anlattığı kıssalarla, ayetlerin ilhamıyla besleniyorsa müzik de elbette aynı yerden beslenecektir. Klasik Türk müziğinin icra tavrına bu derece tesir eden hafız tavrı bunun en güzel göstergesidir.

Müziğinin dinle irtibatlı olmadığı, dinden beslenmediği hiçbir kadim medeniyet yoktur. Müzik uhrevi bir sanattır çünkü. Türk müziğinin büyük ustalarına baktığımız zaman da bunu görürüz. Hemen hepsi derviş, Mevlevi dedesi, ehl-i tarik, hoca, hafız sıfatlarıyla bilinen imanlı insanlardır.

Hafızlık ise ayrı bir yere sahiptir. Hemen hepsi çocuk yaşında hafız olan bu insanlar hıfzettikleri Kur’an-ı Kerim vesilesiyle eşsiz bir ahengin kapısından girerler. Çocuk yaşta onları içine alan bu kusursuz ahenk, bu zirve estetik, yaşları ilerledikçe hayatlarına bir yön çizer âdeta.

Hafızlık onları latif nağmelerin, zarafetin, güzelin ardına düşürür. O ahenkten ayrılamazlar ve kulak kesilip seslerin dünyasında güzeli aramak kaderleri olur bir nevi. İşte belki de bu arayış sebebiyle hafızların yolu müzikle kesişir. Kaldı ki sufilere göre, insanın da, elest bezminde, ruhların işittiği “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” nidasının güzelliğine meftun olduğu için müzikle tanışıklığı vardır. İnsan o tarifsiz sadanın hasretiyle gelir dünyaya ve o sadanın izinde ahengin, nağmenin yani müziğin ardına düşer.

8 yaşında hafız olan Abdülkadir Meragi klasik Türk müziğinin ilk dönemlerinde yaşamış Kâr-ı Muhteşem’in bestekârıdır. 17. yüzyılda yaşayan ve Yahya Kemal’in, şiirinde “ışıklı dantelalar bestekârı” diye andığı Hafız Postise müziğimizin devlerinden biridir. İmam çocuğu olan Hafız Post genç yaşta hafızlığını tamamlamış ehl-i tarik bir bestekârımızdır.

Yahya Kemal’in Sırdaşı: Hezarfen Asım Sönmez Musikimizin büyük bestekârlarından biri olan Itrî, babası Medine’de imam-hatiplik yapan, kendisi de Medine de doğan Medenî Aziz Efendi, bir Mevlevi dedesi olan Zekâi Dede de hafız bestekârlarımız arasındadır.

Midilli’de doğan ve 7 yaşında hafız olan Tamburi Ali Efendi ise 7-8 kuşak hafızlıklarıyla meşhur bir sülaleye sahiptir. Tamburi Ali Efendi’nin yanık gönlü, yakıcı bir makam olan Suzidil ile muhteşem eserler besteletmiştir ona. Bize bıraktığı bu şaheserlerin yanı sıra Tamburi Cemil Bey, Rakım Elkutlu gibi müziğimizin iki büyük ismini de o yetiştirmiştir.

Hafız bestekâr, Şehzadebaşı Camii başimamının oğlu Şekerci Cemil Bey, babasının ölmeden önce oğlunu hafız görmek arzusuna, çocuk yaşta hafızlığını tamamlayarak karşılık vermiştir. Şekerci Cemil Bey de daha sonra kendi oğlunu hafız olarak yetiştirmiştir. (Üsteki paragrafı buraya çektim)

Şehzadebaşı Cami’nin karşısında bir şekerci dükkânı açan Cemil Bey’in mesleğini bugün de torunları devam ettiriyor. Mısır hidivinin davetiyle gittiği Mısır’da ömrünün sonuna kadar kalmış, Türk müziği için çalışmakla beraber, orada da, sultan himayesini hedeflemeden, gelirini, açtığı şekerci dükkânıyla kendi temin etmiştir. Kabri Kahire’de olan Şekerci Cemil Bey’in bestelediği eserler ve bugün torunlarının devam ettirdiği şekerci dükkânı hâlâ yaşıyor.

Bir 19. yüzyıl bestekârı olan Zekâizade Ahmed Irsoy da babası büyük bestekâr Zekâi Dede gibi hafız bir zat-ı muhteremdir. Bugün en çok onun sayesinde bu musiki birikiminden haberdarız.

19. yüzyılın yani o zor, yasaklı zamanların sanatçısı olan Zekâizade Ahmed Efendi durmadan çalışmış ve unutturulmaya çalışılan bu birikimi bugüne aktaran bir köprü olmuştur. Zekâizade Ahmed Efendi yalnız sanatkârlığı ile değil müziğe yaptığı hizmetler, yetiştirdiği öğrenciler, Darüşşafaka’da bilabedel yaptığı hocalıkla, yüce gönüllülüğüyle de minnetle andığımız bir isim.

Zekâizade Ahmed Efendi’nin hayatından bir anekdot onun çalışkan, ilkeli ve hassas karakterini gözler önüne serer. Darülelhan’da hocalık yaparken öğrencilerine Dellalzade İsmail Efendi’nin bir eserini meşk eder. O esnada icrayı işiten okul müdürü Yusuf Ziya Paşa eserdeki fa sesinin fa natürel yani acem perdesi değil fa diyez yani eviç perdesi olduğunu söyler. Talebelerin önünde meseleyi pek de uzatmak istemeyen Zekâizade Ahmed Efendi, “Hocam oradaki fa natüreldir” deyince Yusuf Paşa ısrarına devam eder. O gün Yusuf Paşa’yı ikna edemeyen Zekâizade Ahmed Efendi, o esnada okuldaki görevinden ayrılır. Bu nefsiyle alakalı bir durum değildir elbet. Bu, mirasa sahip çıkma hassasiyetidir. Sonradan, “Neden bu kadar büyüttün de görevinden ayrıldın?” diye kendisine sorulunca, “Ben o eseri babamdan meşk ettim, babam da eserin bestekârı Dellalzade İsmail Efendi’den. Babam tam oraya geldiğimizde bana derdi ki, o fa sesi diyez gibi görünse de ama fa diyez değildir, dikkat et, yanılma. Ben şimdi sesi fa diyez okursam her ikisinin de ruhu muazzeb olur” diyerek cevap verir. Hayran olunası bir hassasiyet!

Bu güzel insanlar sayfalara sığmaz fakat. Zikrettiğimiz bu isimlerden başka Saadettin Kaynak, Ahmed Avni Konuk, Zeki Arif Ataergin, Kemal Batanay, Rakım Elkutlu, Bekir Sıtkı Sezgin, Amir Ateş, Kâni Karaca, Sadi Hoşses de yine hafız bestekârlarımız arasında anmadan geçmememiz gereken isimlerdir.

Biz burada bestekârlar arasında yalnızca hafız olanları andık. Ama şuna da işaret edelim ki müziğimizde bestekâr olmayan, hanendeliği ile şöhret-şiar olmuş birçok hafız da vardır.

ABDÜLKADİR MERAGİ

Türk müziği literatürünün ilk ismi Abdülkadir Meragi Güney Azerbaycan’ın Tebriz şehri yakınlarındaki Meraga şehrinde doğdu. Doğum tarihi belli değildir. Babası Musikişinas Gıyaseddin Gaybi’dir. İlk tahsilini babasından yapan Meragi, tahsilini tamamlamak için Tebriz’e gitti. Kısa zamanda meşhur olan Abdülkadir Meragi, Celayir hükümdarı Sultan Üveys’in sarayına alındı. Sultanlardan yakınlık gören Meragi uzun süre sarayda kaldı. Timur Hanın Azerbaycan’ı fethetmesi üzerine Bağdat’a, daha sonra sırasıyla Semerkant ve Herat şehirlerine gitti. Buralarda veliaht Timuroğulları’ndan büyük ilgi gördü. Herat’ta çıkan bir veba salgını sırasında 1435’te öldü ve orada defnedildi.

Hocam Alâeddin Yavaşca’dan dinlemiştim: Yıldırım Bayezit Han Abdulkadir Meragi’yi Bursa’ya getirmiş ve Enderun’un temeli sayılabilecek bir tedrisat başlamıştı… Yıldırım Bayezit Han Timur’u durdurmak üzere harekete geçmiş Timur ordusuyla Çubuk ovasında karşılaşmıştı. Osmanlı ordusu yenilmiş ova kan gölüne dönmüştü… Akşam yaklaşmakta… Bu hüzünlü manzarayı izlerken Timur’un kulağına bir ezan sesi gelir… Öyle güzel bir ses, öyle güzel bir okuyuş. Topal ayağıyla ezanın geldiği tarafa yürür. Ezan bitince müezzine sarılır, tebrik eder, tanışırlar. Alır Semerkand’a götürür…

Eserlerinde kullandığı şiirler Farsça olduğu için Abdülkadir Meragi’nin Türk olmadığını savunanlar da vardır. Meraga Tebriz’in kültür şehridir. Nüfusun tamamı hâlâ Türk’tür… Azerbaycan Türk’üdür…

Abdülkadir Meragi, musiki alanında devrinin bütün makamlarına vakıf, her konuda beste yapabilecek bir kabiliyette idi. Birçok musiki aletini çalmakta maharetliydi. Aynı zamanda Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri vardır. Meragi’nin yazmış olduğu eserlerin hepsi musiki ile ilgili olup, bazıları şunlardır: 1) Cami-ul-Elhan, 2) Mekasid-ül-Elhan, 3) Kenz-ül-Elhan, 4) Risale-i Fevaid-i Aşere, 5) Şerh-i Kitab-ül-Edvar, 6) Zübdet-ül-Edvar.

BUHURİZADE MUSTAFA ITRİ

Buhurizade Mustafa Itrî, Osmanlı Dönemi’nde yetişmiş en büyük sanat ve düşünce adamlarından biridir. Bestekâr, hanende, şair ve hattattır. Musiki dehâsı Buhurizade Mustafa Itrî’nin hayatı…

Itrî, İstanbul’da Mevlana Kapı civarındaki Yayla (eski adıyla Yaylak) semtinde doğdu. Asıl adı Mustafa olup 1630-40 tarihleri arasında doğduğu tahmin ediliyor. Şiirlerinde kullandığı Itrî mahlası ve Buhûrîzâde lakabıyla tanındı. Bu lakabın kendisine mi ailesine mi ait olduğu bilinmiyor.

Kırım Hanı I. Selim Giray’ın Çatalca’da bulunan çiftliğindeki musiki toplantılarında büyük itibar gören Itrî, Sultan IV. Mehmet döneminde (1648-1687) sarayda musiki hocası ve hanende olarak görev yaptı. Sultan IV. Mehmet’in onu sık sık saraya davet ederek bestelediği eserleri bizzat kendisinden dinlediği rivayet edilir.

Hükümdarın huzurunda icra edilen küme fasıllarına hanende olarak katılan Buhurizade Mustafa Itrî, bu dönemde kendi isteği üzerine esirciler kethüdalığı ile görevlendirildi. Onun bu görevi, esirler arasındaki kabiliyetli ve güzel sesli gençleri bulup yetiştirmek ve geldikleri ülkelerin musikisi hakkında bilgi edinmek amacıyla istediği rivayet edilir. Şeyhî, Sâlim, Safâyî gibi tezkire müelliflerine göre bu görevde iken, bazı kaynaklara göre ise ayrıldıktan bir süre sonra vefat etti.

Vefat tarihi İsmail Belîğ, Şeyhî ve Sâlim gibi dönemine daha yakın kaynaklarda 1711, Esad Efendi ve Müstakimzade gibi diğer bazı kaynaklarda 1712 olarak verilir. Itrî Efendi’nin Yenikapı Mevlevihanesi civarına veya Edirnekapı dışındaki Mustafa Paşa Dergâhı karşısına defnedildiği rivayet edilmekteyse de bu konuda kesin bilgi bulunmuyor.

Türk musiki tarihinin en önde gelen birkaç simasından biri olan Buhurizade Mustafa Itrî Efendi hanendeliği, şairliği ve hattatlığının yanı sıra özellikle bestekârlığı ile tanındı. Musikideki hocaları kesin olarak bilinmemekte, ancak Derviş Ömer, Kasımpaşalı Koca Osman, Küçük İmam Mehmed Efendi ve Hafız Post gibi üstatlardan faydalanmış olabileceği tahmin ediliyor. İbrahim Alâeddin Gövsa, musiki hocasının Vakıf Halhalî diye tanınan Nasrullah Efendi olduğunu söyler. Rauf Yektâ Bey, onun Câmî Ahmed Dede’nin şeyhliği esnasında Yenikapı Mevlevihanesine devam ettiğini, ayinlerden aldığı ruhanî neşeyle Mevlevî olduğunu ve Mevlevihaneye gelen üstatlardan da faydalandığını, dervişlerden ney üflemeyi öğrendiğini ifade eder.

Huzur-ı hümâyun fasıllarına hanende olarak katılması, Enderun’daki hocalığı yanında padişahın onu zaman zaman sadece kendisini dinlemek amacıyla huzura çağırması, sesinin bulunduğu mecliste diğer hanendelere ağız açtırmayacak derecede güzel olduğunu gösterir.

Sade ve açık ifadelerle yazdığı manzumelerinden Itrî’nin güçlü bir şair olduğu anlaşılıyor. Şuarâ tezkirelerinde ve güfte mecmualarında naat, gazel, muamma, tahmis, nazire, tarih ve kıtalarının yanı sıra hece vezniyle yazılmış türkülerine de rastlanır. Muamma hâllinde de üstat olduğu belirtilen Itrî’nin şairliği üzerinde, manzumelerine tahmis ve nazireler yazdığı çağdaşı ünlü şair Nâbî’nin tesiri olduğu kanaati yaygındır.

Buhurizade Mustafa Itrî Efendi aynı zamanda talik hattında söz sahibi bir hattattır. Bu sahadaki hocası, talik üstadı Tophâneli Mahmud Nûri Efendi’nin talebelerinden Siyâhî Ahmed Efendi’dir. Sadettin Nüzhet Ergun, Halil Edhem Arda’nın özel kütüphanesinde bulunan Hâfız Post Mecmuası hakkında bilgi verirken bu mecmuaya Itrî’nin ta‘lik hattıyla yapmış olduğu bazı ilavelerden bahseder.

Itrî’nin bir musikişinas olarak asıl önemli yönü bestekârlığıdır. Türk musikisinin cami, tekke ve klasik musiki alanlarında peşrev, saz semaisi, kâr, beste, semai, ayin, naat, durak, tevşih, tekbir, sala ve ilahi olmak üzere hemen her formunda eser vermiş nadir sanatkârlarından olan Itrî’nin eserleri alışılmışın dışında bir melodi örgüsüne sahiptir. Çoğunlukla Fuzûlî, Nev‘î, Şehrî, Nâbî gibi şairlerin ve arkadaşı Nazîm’in manzumelerini, nadir olarak da kendi güftelerini besteledi.

Dinî eserleri içinde özellikle cami musikisinin şaheserleri arasında bulunan segâh tekbiri ve salât-ı ümmiyyesi, küçük bir ses alanı içerisindeki büyük ifade gücünün çarpıcı örneklerindendir. Ayrıca Mevlevihanelerde ayin-i şeriften önce okunan, sözleri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye ait olan ve “Na’t-ı Mevlânâ” adıyla bilinen rast naat sağlam melodik yapının olgun bir göstergesidir. Öte yandan ahenkli bir ses örgüsüyle işlenen segâh ayini de Mevlevî ayinlerinin en güzel örneklerindendir. Klasik Türk musikisi alanında ise Hâfız-ı Şîrâzî’nin, “Gülbün-i iyşmîdemedsâkī-i gül‘izârkû?” mısrasıyla başlayan Farsça gazeli üzerine bestelediği neva makamındaki kârı bu formun şaheserleri arasında yer alır.

Kârların çoğunlukla terennümle başlamasına karşılık burada doğrudan güfteye girilmesi de eserin bir diğer özelliğidir. Ayrıca “Câmla‘lindir senin âyînerûy-i enverin” mısrasıyla başlayan hisar bestesi, “Her gördüğü perîye gönül mübtelâ olur” mısrasıyla başlayan bûselik bestesi, “Gamzen ki ola sâkī-i çeşm-i siyeh-i mest” mısrasıyla başlayan bestenigâr bestesi, “Dil-i pür ıztırâbımmevce-i seylâbdır sensiz” mısrasıyla başlayan hisar ağır semaisi ile Nef‘î’nin, “Tûtî-i mûcizegûyem ne desem lâf değil” mısrasıyla başlayan güftesine yaptığı segâh yürük semaisi klasik Türk musikisinin en seçkin eserlerindendir.

Mehmed Esad Efendi Atrabü’l-âsâr’da onun binin üzerinde murabba, nakış ve kâr bestelediğini söyler. Müberka‘, necd, rekb, selmek gibi bugün tamamen unutulmuş makamlardan çok kullanılan meşhur makamlara kadar bestelediği eserlerine çeşitli el yazması güfte mecmualarında rastlanmaktaysa da günümüze bunlardan çok azı ulaşabildi. Yılmaz Öztuna onun zamanımıza ulaşan kırk iki, Ekrem Karadeniz ise kırk dokuz eserinin listesini verir. Camilerde cumhur müezzinliği çerçevesindeki birtakım uygulamaların ve bunların musikiyle ilgili düzenlemelerinin, teravih namazı esnasında makam değiştirme kurallarının da Itrî tarafından konulduğu genellikle kabul gören rivayetler arasındadır.

İstanbul surları dışında oturduğu, çiçek ve meyve meraklısı olduğu, bahçe işleriyle uğraşmaktan zevk duyduğu için kendisine Itrî mahlası verildi. “Mustâbey” armudunun da onun tarafından yetiştirildiği kabul edilir. Yahya Kemal Beyatlı “Itrî” adlı şiirinde, onun Türk musikisindeki yerini dile getirdi.

TÜRK MÜZİĞİNİ YAŞATAN HAFIZ BESTEKÂRLARIMIZ

• Abdulkadir Meragi • Buhurizade Mustafa Itri • Hafız Post • Dede Efendi • Hacı Arif Bey • Medeni Aziz Efendi • Zekai Dede • Şekerci Cemil Bey • Hafız Yusuf Efendi • Zekaizade Ahmet Irsoy • Sadettin Kaynak • Kani Karaca • Amir Ateş • Mustafa Seyran • Hüseyin Tolan • Zeki Altun • Tamburi Ali Efendi • Arif Hikmet Gökoğlu • Necip Gülses • Ahmed Avni Konuk • Zeki Arif Ataergin • Kemal Batanay • Rakım Elkutlu • Bekir Sıtkı Sezgin • Sadi Hoşses