Giriş

Hacı Bektaş Veli, Türk İslam tasavvufunun önemli isimlerinden biridir. Yaşadığı çağa damgasını vurmanın ötesinde, aradan geçen zamana karşın bu etkisini hâlen devam ettirmektedir. Kendisini yetiştiren Yesevi Ocağı’ndan aldığı ateşi, daha da büyütüp geliştirerek karanlıklara ışık, insanlara umut ve yol gösterici olmuştur. Onun yol takipçileri, insan olmanın erdemini, yüceliğini ve önceliğini özümsemiş, bu anlayışı etraflarına “Sen sana ne sanırsan ayruğa da anı san Dört kitabın manası budur eğer varışa” yaymışlardır.

Hacı Bektaş Veli’nin Orta Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa’nın ortalarına kadar dalga dalga yayılarak insanları gerçek barışa çağıran hoşgörüsünün kaynağını bulmak için tarihin derinliklerine giderek İslam’ın Orta Asya’da yayılış sürecinde Ahmet Yesevi’ye, Yesevi’den Hacı Bektaş Veli’ye uzanan çizgide olgunlaşan öğretinin temellerini ortaya koymak gerekir.

Türkler, her zaman farklı dinlere önyargıyla bakmamış, İslam’la tanışmadan önce çeşitli dinlerin etkisinde kalmış olmakla birlikte, tek Tanrı inancından hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. “Gök Dini” olarak da adlandırılan bu inanç sisteminin ilkeleri üzerine en somut bilgi, Orhun Yazıtlarında şöyle ifade edilir: “Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldıktan sonra, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmıştır.”

Eski Türk inancında gök, yaratan değil, yaratılandır. Tıpkı dağ, taş, ağaç gibi, gök de yaratanın güzelliğinin tecellisidir. Bir başka deyişle yaratanın cemalidir. Dolayısıyla kutsaldır. Bu inanç sistemiyle İslamiyet’in benzeyen yanları Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerini kolaylaştırmış olsa gerek.

Hoşgörüde Semboller Uygulamalar

Türk tasavvufunda bazı semboller önemli bir yere sahiptir. Bu semboller arasında tahta kılıç dikkat çeker. Bu kılıç, hoşgörünün inşasında önemli bir işlev yüklenir. Adaleti temsil eden tahta kılıç, aynı zamanda anlaşmazlıkları karşı tarafa zarar vermeden, barış yoluyla çözmenin simgesidir.

Evrensel bir kavram olarak hoşgörü; “din, dil, ırk, cinsiyet ve bütün farklılıkları, insanlığın zenginliğini oluşturan özellikler olarak görmek ve bu yüzden farklılıklara saygı duymak” olarak kabul edilir. Hoşgörü, bütün dinî ya da siyasal öğretilerde önemli bir yer tutar.

Bununla birlikte, yıkmayı, yakmayı, yok etmeyi isteyenler, hoşgörüyü yok etmek için her fırsatı kullanır. Bunlar, farklı özelliklerden doğan zenginliğin yüceliğini çoğu zaman görmezlikten gelir. Kimi zaman dinî ve etnik farklılıklar, çıkar çatışmalarından doğan savaşların nedeni olarak bu farklılıklar gösterilir ve insanlık sonu gelmeyen acılara sürüklenir

Erenlerin önderi Hacı Bektaş Veli, “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” der. Bilimin yol göstericiliğinde hareket edildiğinde, Kazakistan’dan Macaristan’a, hoşgörünün temsilcisi olan, kötülüklerin, adaletsizliklerin üzerine kuşandıkları tahta kılıçla giden bir Hacı Bektaş Veli ve onun takipçilerini buluruz.

İslam’ı Anlamada Hacı Bektaş

Hacı Bektaş Veli’nin İslam anlayışı, önceki Türk inancının birçok ögesini de kapsayan sağlam bir sentezdir. Bu sentez sayesinde Türk boyları hayat tarzlarını kökten değiştirmek zorunda kalmamışlar, aksine daha güçlü, daha açıklayıcı, daha zengin bir manevi dünyaya kavuşmuşlardır.

Hacı Bektaş Veli’nin İslam anlayışını çözümleyebilmek için onun öğretisini bilimin yol göstericiliğinde incelemek, madde karanlığını ve bilinmezliğini aklın ışığı ile aydınlatmak gerekir.

Ne var ki, yüz yıllarca sözlü gelenek yaşayan, kuşaktan kuşağa aktarılan nefesler, deyişlerle aktarılan öğretiye ilişkin sağlam ve bilimsel veriler maalesef yetersizdir. Bu yüzden atılacak ilk adım, öğretinin kaynaklandığı ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel koşulları ortaya koymak olmalıdır.

Horasan Okulu ve Horasan Erenleri

Horasan Okuluna mensup sufiler, bugün de Anadolu’da ve Balkanlar’da kullanılan şekliyle “Horasan Erenleri7 ” olarak adlandırılır. Horasan Erenlerinin piri olarak kabul edilen Hacı Bektaş Veli’nin öğretisi, bu verimli koşulların bir ürünü olarak, önce Horasan’dan başlayarak Anadolu’da, sonra Balkanlar ve Kuzey Afrika’da etkili olur.

Horasan erenleri, Ehli Beyt sevgisine dayalı tasavvufi yaklaşımlar üzerine temellenir. Zaten Horasan’da gelişme ortamı bulan tasavvufi yaklaşımların hemen tamamı bu akım içindedir

Horasan Erenlerinin Anadolu’ya Gelişi

“Tekkesine geyik postu döşeten Ağzının ateşi çıktı meşeden Al-Osmanoğlu’na kılıç kuşatan Uyan dağlar uyan Ali geliyor”

Pir Sultan Abdal , Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişini bu güzel deyişle müjdeler. Hacı Bektaş Veli’nin, tıpkı Ahmet Yesevi gibi, Hz. Ali soyundan geldiğine ve Hacı Bektaş’ın Hz. Ali mazharında olduğuna inanılır. Bu nedenle, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelişini “Uyan dağlar uyan Ali geliyor” dizesiyle müjdeler. Pir Sultan’ın deyişine konu olan Hacı Bektaş Veli’nin güvercin donunda Anadolu’ya gelişi ile ilgili söylence, Hacı Bektaş Veli ve Ahmet Yesevi arasındaki manevi bağı da gösterir.

Anadolu’yu Aydınlatan Çerağlar

Hacı Bektaş Veli’nin “birlik, dirlik ve irilik” temeline dayanan ve temsil ettiği hoşgörü anlayışı ile din, dil, ırk farklılıklarını çatışma aracı olmaktan çıkaran yaklaşımı, Anadolu’daki herkesi kucaklamaya başlar. Yıllarca çatışmalarla parçalanmış ve bu çatışmalardan bunalmış Anadolu’yu bir çerağ olarak aydınlatma ve bir güvercin olarak barışa kavuşturma görevini üstlenir.

Hacı Bektaş Veli hoşgörüye dayalı, ayırıcı değil birleştirici ilkeler üzerinde oluşturduğu öğretisi ile bir umut kaynağı olur. Dokuz haneli küçük Sulucakarahöyük, farklı din, dil, ırk özellikleri taşıyan Anadolu’daki toplulukları kucaklayan bir merkez hâline gelir.

Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’ten dalga dalga yayılan düşünceleri, Ehli Beyt yaklaşımı içinde oluşan farklı akımları bir pota içinde eritmeye başlar. Bu akımların, Bektaşilik öğretisi içinde eriyip, yoğrulması ve biçimlendirilmesi ile Anadolu’da inanç ve kültür birliği sağlanır. İşte bu birliğin sağlanmasında, Hacı Bektaş Veli’nin yetiştirdiği öğrencilerden oluşan erenlerin rolü büyüktür.

Hacı Bektaş Veli’nin “Cemalim” dediği Seyyid Cemalettin Sultan, Vilayetname’ye göre, Hacı Bektaş Veli tarafından Akdeniz bölgesini aydınlatmakla görevlendirilir. Ancak başka kaynaklara göre, Akdeniz bölgesi dışında da yaşamıştır. Geleneğe göre ise, Dersim bölgesinde görevlendirilir. Bu bölgedeki Derviş Cemal Ocağı9 ’na, Seyyid Cemalettin Sultan soyundan gelen seyyidler rehberlik eder.

Sarı İsmail Sultan da Hacı Bektaş Veli’nin yakınında bulunur ve Vilayetname’de “ulu halife” olarak adlandırılır. Hacı Bektaş Veli tarafından Mevlana ve Taptuk Emre ile görüşmeye gönderilir. Hacı Bektaş Veli öldükten sonra, vasiyeti üzerine Aydın Menteşe’nin Tavas ilçesini yurt edinir ve öğretiyi yayar.

Hacı Bektaş Veli ile birlikte Horasan’dan Sulucakarahöyük’e gelen ve Hacı Bektaş Veli’nin akrabası olan Kolu Açık Hacim Sultan, Uşak ve çevresinde faaliyet gösterir. Mezarı Susuz ilçesinde bulunur. Hacim Sultan’a kolu açık denilmesinin nedeni Vilayetname’de şu şekilde açıklanır: Hacı Bektaş Veli kendisine batın kılıncı sunar ve “buyruğumuz olmadan kullanmayasın.” der. Hacim Sultan tahtadan yapılmış kılıcı alır ve bu kılıcın kesip kesmeyeceğini merak eder. Bir katıra vurur ve katır ikiye bölünür. Olay Hacı Bektaş’a duyurulunca, kolunun tutulmasını emreder. Hacim Sultan hatasını anlar ve himmet diler. Diğer halifeler aracı olur ve Hacı Bektaş Veli affedip “Kolu Açık olsun” der. Bu olaydan sonra Kolu Açık Hacim Sultan olarak anılır. Hacı Bektaş tarafından kendisine verilen bir tahta kılıç olan “Batın Kılıcı” nedeniyle “Erenlerin Batın Celladı” olarak bilinir. Sembolik kılıcıyla hak yoluna gitmeyenleri eğitmek görevi üstlenir.

Hacı Bektaş Veli ve öğrencileri Anadolu’da yaşayan Hristiyan topluluklarla da hoşgörüye dayalı bir ilişki geliştirirler. Bu ilişkilerin bir sonucu olarak, çeşitli Hristiyan toplulukların Müslüman oldukları bilinir. Altın geyik donuna girerek kerametler gösteren Baba Resül, Hristiyanlar arasında saygıdeğer bir konum edinir.

Pirab Sultan’a ise yurt olarak Konya gösterilir. Konya şeyhlerinden Sadrettin Konevi’nin isteği üzerine Hacı Bektaş Veli tarafından Konya’ya gönderilen Pirab Sultan tekkesinde çok sayıda öğrenci yetiştirir.

Hacı Bektaş Veli hayatta iken başlatılan bu faaliyetler, Hacı Bektaş Veli’nin Hakk’a yürümesinden sonra da hızla devam eder.

Hacı Bektaş Veli’nin öğrencilerinin Sulucakarahöyük’ten Anadolu’ya dağılmaları ile bir yandan, Hacı Bektaş Veli’nin düşünceleri etrafında bir inanç ve kültür birliği sağlanır, diğer yandan da Anadolu’nun değişik merkezlerinde yeni çerağlar uyandırılır. Bu çerağların aydınlığını taşıyan gönül elçisi erenler aracılığı ile öğreti hızla ve etkili bir biçimde yaygınlaşır.

Balkanları Aydınlatan Çerağlar

Erenlerin Piri Hacı Bektaş Veli’nin vefatından sonra Sulucakarahöyük, Anadolu’daki kültür ve inanç dünyasını şekillendiren bir merkez olmaya devam eder. Anadolu’ya ve sonra da Balkanlar’a yayılan yüzlerce ocak, dergâh ve tekke Sulucakarahöyük’teki Pir Evi’ne bağlı olarak çerağlarını uyandırmaya devam ederler.

Pir Evi dışında, dört önemli dergâh olduğu kabul edilir. Bunlardan birincisi bugünkü Yunanistan toprakları içinde kalan Dimetoka Kızıl Deli Sultan Dergâhıdır. İkincisi Irak sınırları içinde kalan Kerbela Dergâhı, üçüncüsü Antalya’daki Elmalı Abdal Musa Tekkesidir. Dördüncüsü ise Abdal Musa’nın öğrencilerinden Kaygusuz Abdal tarafından kurulan Mısır’ın başkenti Kahire’deki Kaygusuz Abdal Dergâhıdır. Bu dört önemli dergâha daha sonra Şahkulu Sultan Dergâhı da eklenir. Hilafet makamları olarak kabul edilen bu dergâhların kuruluşları, Osmanlı Devleti’nin sınırlarının genişlemesi sürecinde gerçekleşir. Doğal olarak da bu sınırlar geriledikçe, dergâhların etkinlikleri de gerilemeye başlar.

Bu çerçevede, Kaygusuz Abdal ve Kerbela Dergâhından geriye pek bir şey kalmaz. Kızıl Deli Sultan Dergâhı ise bir ziyaret yeri olarak halen ayaktadır. Bugünkü sınırlarımız içinde kalan dergâhlar ise benzer bir özellikle varlıklarını devam ettirirler.

Ancak bu dergâhlar, üç kıtada Hacı Bektaş Veli’nin öğretisini yayan merkezler olarak çok önemli işlevler yüklenirler. Her dergâh, kendine bağlı başka dergâhlar, tekkeler, zaviyeler açarak belirli bir bölgede etkin bir örgütlenme içine girer. Böylece öğreti, Osmanlı sınırlarının ulaştığı en uzak bölgelere kadar ulaşır.

Alevi-Bektaşi önderlerinin hoşgörülü yaklaşımları, Balkan topraklarında yaşayan Hristiyan halkla iyi ilişkiler kurulmasına ortam hazırlar. Bunun yanı sıra, Heteredoks Hristiyanlığın Balkanlarda yaygın olması, benzer özellikleri İslamiyet içinde taşıyan Türk topluluklarının kabullenilmesine yardımcı olur.

Nitekim İslamiyet ile Alevi-Bektaşi öğretisi aracılığıyla tanışan bu hetorodoks Hristiyan toplulukların kendiliğinden din değiştirdikleri bilinen bir gerçektir.

Alevi-Bektaşi geleneğinin Balkanlar’a ilk geçişini, Anadolu’da ve Avrupa’da onlarca türbesi bulunan Sarı Saltuk sağlar. Söylenceye göre, Sarı Saltuk’a Horasan’da iken Anadolu’ya gitmesi ve Hacı Bektaş Veli’yi bulması öğütlenir. Sarı Saltuk Sulucakarahöyük’e gelir ve Hacı Bektaş Veli “durma yürü, seni Rum’a saldık. Taptık Emre’ye git. Sana silah ve yoldaş versin Rum’a git” der. Sarı Saltuk, deyişleriyle Hacı Bektaş Veli öğretisinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan Yunus Emre’nin hocası Taptık Emre’yi bulur. Taptık ona bir ok yedi yay ile bir seccade verir ve tahta kılıç kuşatır.

Sarı Saltuk böylece Balkanlar’a gider ve kendisine verilen simgesel silahları kullanarak kötülüklerle, bağnazlıkla, cehalette savaşır. Bugün Balkanlar’da ve Anadolu’da Sarı Saltuk’a ilişkin pek çok söylence vardır. Bunların hepsinde iyiliğin, doğruluğun, hoşgörünün temsilcisi olan Sarı Saltuk, bu özellikleriyle Balkan topraklarında yaşayan farklı din, ırk ve kültüre mensup toplulukların gönlünde özel bir yer edinir. Bunun bir göstergesi olarak, Kırım’da, Moskova’da, Moldavya’da, Romanya’da, Arnavutluk’ta ve Anadolu’nun pek çok yerinde Sarı Saltık türbeleri vardır.

Balkanlar’a ikinci ve kalıcı geçişin öncüsü ise Seyyid Ali Sultan’dır. Seyyid Ali Sultan da tıpkı Sarı Saltuk gibi, önce Horasan’da yaşar. Düşünde Hz. Muhammed tarafından verilen talimata uyarak 40 erenle birlikte Hacı Bektaş Veli’ye gelir. Hacı Bektaş Veli bu 40 ereni Rumeli’nin fethine yardımcı olmaları için Orhan Gazi’ye gönderir. Seyit Ali Sultan’ı da başlarına getirir. Böylece Seyit Ali Sultan ve emrindeki erenler Rumeli’nin manevi fethiyle görevlendirilmiş olurlar. Bu kırk erenin Gelibolu üzerinden 10 Balkanlar’a gidişleri ile ilgili söylenceler oldukça zengin özellikler taşır. Erenlerin geçtikleri bölgeler onlardan kalan anılarla isimlendirilir: Kumbaba, Bolayır, İpsala, Malkara, Enez, Ferecik, Dedeağaç, Gümülcine, Kırkpınar gibi. Pehlivanlığın piri olarak da bilinen Seyit Ali Sultan, 1397 yılında bugünkü Yunanistan topraklarının kuzeyindeki Dimetoka’ya bağlı Demirviran köyünde dört önemli dergâhtan biri olan dergâhını kurar.

Yakınından geçen Kızıl Deli ırmağı nedeniyle Kızıl Deli dergâhı olarak anılır. Irmak adı aynı zamanda Seyit Ali Sultan’ın da lakabı olur ve Kızıl Deli Sultan olarak tanınır. Pir Evi’ndeki 12 posttan Aşçı Postu’nun da sahibi olan Seyit Ali Sultan’ın dergâhı, Hacı Bektaş Veli öğretisini Balkanlara özellikle de Makedonya ve Arnavutluk’a yayan bir merkez olur.

Rumeli’nin gözcüsü Seyit Ali Sultan’ın dergâhı, bugün hala Yunanistan’da yaşayan AleviBektaşi topluluklarının önemli bir ziyaret yeri. Dergâhın çevresinde yer alan mezarlıklar, bir zamanlar bu dergâhın ne denli önemli olduğunu gösterir nitelikte. Deyişler de bunun bir kanıtı: Erenler cem’olur Tanrı Dağında Üçler yediler kırklar da anda Kızıl Deli çayı akıp çoşanda Çağlar ya Muhammed Ali çağırır Tanrı Dağları da denilen Rodop Dağları’nda cem tutan erenler, şimdi bu dağların umulmadık yerlerinde karşımıza çıkarlar: Sulucakarahöyük’te uyanan çerağın Balkanlar’daki yansımaları Seyit Ali Sultan’dan sonrakiler tarafından daha uzaklara taşınır. Tanrı Dağları’nın bir başka noktasında, Balım Sultan’ın babası olduğu bilinen Mürsel Baba’nın dergâhı yer alır. Dergâhtan geriye Mürsel Baba’nın mezarı ve hâlen kullanılan yarı açık aşevi ile büyüleyici doğal güzellikten başka bir şey kalmamıştır. Ancak gelenek devam eder. Kasım ayının ilk haftası düzenlenen Mürsel Baba Şenlikleri, toplu bir adak töreni olarak kutlanır ve farklı din, dil, ırk, cinsiyet özellikleri taşıyan insanları bir araya getirmeye devam eder.

Ocaklardan Saçan Işık

Alevi-Bektaşi geleneğinde önemli yerleri olan ocak, kazan ve sofra anlamlarını hâlâ koruyor. Birlik ve beraberliğin simgesi ocaklar yanmaya, bolluk ve bereketin simgesi kazanlar kanmaya, dostluğun ve muhabbettin simgesi sofralar kurulmaya devam ediyor…

Kızıl Deli Sultan ve Mürsel Baba dergâhlarına birkaç yüz kilometre uzaklıkta, bugünkü Bulgaristan’ın Haskova yani Hasköy bölgesinde bulanan Otman Baba Tekkesi’nde de aynı geleneğin yaşatıldığını görüyoruz. Ali Şerif Bey’in üç oğlunun sağlığı için Otman Baba’ya adadığı kurban yemeğinde yine ocaklar yanıyor, kazanlar kaynıyor ve sofralar kuruluyor.

Otman Baba Sulucakarahöyük’te uyanan çerağın ışıklarını Balkanlar’a taşıyan erenlerden bir diğeri. Otman Baba’nın da Seyit Ali Sultan12 gibi, Horasan’dan Sulucakarahöyük’e geldiğine ve Hacı Bektaş Pir Evi’nde hizmet gördükten sonra Hasköy’e yerleştiğine inanılır. Ölümünden sonra yapılan türbesi Bulgaristan’da yaşayan Alevi-Bektaşi toplulukların ziyaret merkezi olur.

Otman Baba türbesinin yanı başında Hz. Hasan ve Hüseyin için yapılmış makam türbeleri bulunur ki, bu türbelerin çevresindeki ağaçlar kutsal kabul edilir.

Otman Baba Tekkesi, Kızıl Deli Sultan Dergâhından sonra Balkanlar’da Hacı Bektaş Veli öğretisini yayan erenlerin yetiştiği ve bağlı olduğu bir merkez olur. Hatta Anadolu’daki bazı dergâhlar bile yol olarak 1478 yılında vefat eden Otman Baba’ya bağlanır.

Diğer erenler gibi Otman Baba da “yad illerde yitmemek için” Türkçeye çok önem verir. Türkçe konuşmayanı kınar. Otman Baba Vilayetnamesi13’nde bu Türkçe tutkusuna yer verilir: “Oğuz dilin söylerdi. Gayri dil konuşanı hoş görmez: ‘Bre Yörükoğlu. Kendi öz dilin bırakıp, gayri dil kullanmak ayıbı neden’ diye azarlardı. Oğuz dilin över, nasıl ki Horasan erenleri cümle âlemin baş tacı ise, Oğuz dili de cümle dillerin atasıdır… derdi.” Otman Baba’nın kendi dilini konuşmaktaki ısrarını, bugün Otman Baba türbesinin bağlıları sürdürüyor.

Otman Baba’nın yerine geçen Akyazılı Sultan14’ın da Hacı Bektaş Veli’nin öğrencilerinden olduğu söylenir. Akyazılı’nın tekkesi ise Bulgaristan’ın Karadeniz kıyılarındaki Varna yakınlarındadır. Bugün harabe durumundaki dergâhın bir zamanlar ne denli görkemli olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Dergâhta meydan evi ve aşevinin izlerini görmek mümkün. Minare gibi yükselen bacası, Akyazılı dergâhında yanan ocağın büyüklüğünün bir kanıtı gibi.

Ölümünden sonra yapılan türbe, sade ama görkemli bir özellik taşır. Akyazılı Sultan’ın, Hristiyan azizlerinden Aya Atanos ile özdeşleştirildiği ve bu nedenle Hristiyanlar tarafından da ziyaret edildiği söylenir.

Akyazılı Sultan’dan sonra yerine Demir Baba geçer. Demir Baba Karadeniz kıyılarına yakın eşsiz güzellikteki Deliorman bölgesinde faaliyet gösterir. Demir Baba Tekkesi’nden geriye fazla bir şey kalmamıştır ama türbe olanca güzelliği ile ayaktadır. Hristiyanların da ziyaret ettiği türbede sıkça adak törenleri yapılır. Ocak, kazan, sofra geleneği burada da devam eder.

Demir Baba türbesinin içinde bulunduğu Deliorman bölgesi, Şeyh Bedrettin’in Serez’de asılmadan önce saklandığı yer olma özelliği de taşır. Yöredeki insanların Şeyh Bedrettin’e duydukları saygı ve bağlılık halen varlığını koruyor.

Sulucakarahöyük’te uyandırılan çerağın yansımaları Balkanlar’a Seyit Ali Sultan, Otman Baba, Akyazılı Sultan, Demir Baba ve bunların izinden giden gönül erenleri aracılığıyla ulaşır.

Sonuç İtibariyle

İnsanlar arasında din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeyen, bu farklı özellikleri yaratanın cemali olarak gören erenler, Anadolu’da olduğu gibi, Balkanlar’da da hoşgörünün temsilcisi olurlar. Bunun için de gittikleri yerlerde çatışma nedeni olmazlar. Kültür ve inanç dünyasında sağlanan hoşgörü ortamının, Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu adil ve çoğulcu siyasal yapı ile birleşmesi, Balkanlar’daki ilerleyişi kolaylaştırır ve hızlandırır.

Böylece Osmanlı Devleti’ni ve Hacı Bektaş Veli öğretisini Macaristan’a kadar ulaştıracak olan gelişme süreci başlar.

Kökü Orta Asya’daki Hoca Ahmed Yesevi’ye kadar uzanan derviş ya da Horasan erenleri geleneği Anadolu’da başta Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre olmak üzere, Sarı Saltuk, Hacı Bayram, Geyikli Baba gibi tasavvuf erlerini yetiştirdi ve Balkanlar’a kadar uzandı.

Tarihçi Ömer Lütfi Barkan’ın anlattığına göre, çoğu Bektaşi olan bu şeyh ve dervişler, Balkan fetihlerinde askeri harekâttan önce veya sonra buralara yerleşerek zaviye ve tekkeler açmışlar, buraları kültürel ve sosyal merkezler haline getirirler.

Bu merkezlerde Türk dil ve dinini yaymaya başlayacak bu misyonerlere ve gönüllü muhacirlere malik olmak, yeni kurulmakta olan Osmanlı Devletinin en büyük kuvvetini temsil eder. Buradaki Bektaşiler, bizzat ziraatla, bağ, bahçe ve değirmencilik gibi işlerle uğraşarak hem göçebelere örnek olurlar, hem de sosyal yardım faaliyetleriyle çevredeki Müslüman ve Hristiyan ahalinin sevgisini kazanırlar.