İlhi Aşkın Sesi Müzik Yarışması
Prof. Dr. Hüseyin Akpınar
Harran Üni. İlâhiyat Fakültesi İslâm Tarihi ve Sanatları Türk Din Mûsıkî

Prof. Dr. Hüseyin Akpınar

İfrat derecesinde muhabbet ve aşırı sevgi mânâlarına gelen aşk, yaratılış nazariyesi konusunda önemli bir görüşün odak noktasıdır. Tasavvuf çevrelerinde kudsî hadis olarak kabul edilen “kenz-i mahfî” hadisine göre gizli bir hazine olan Allah, tanınmayı istemiş ve sevmiş, yokluk aynasında tecelli ve kendi güzelliğini temâşâ etmiş, bu sevgisine binâen kâinatı ve mahlûkatı yaratmıştır. Kâinat, mutlak cemâl sahibi olan Allah’ın cemâlinin tecellisinden ibarettir. Başka bir ifadeyle Allah’ın aşk-ı zâtî sebebiyle kendini görmek ve göstermek istemesi, tekvîne sebep olmuştur.

Kur’ân’ı Kerim’de “aşk” kelimesi geçmediği için ilk sûfiler “hub” ve “muhabbet” kavramlarını kullanmışlardır. Sûfiler, “kenz-i mahfî” hadisinde “ahbabtu = sevdim” fiilini kullanmak suretiyle varlığın kaynağının “hub = sevgi ve aşk” olduğunu ifade etmişlerdir.

Kendi hüsnün hûblar şeklinde peydâ eyledi
Çeşm-i âşıktan dönüp seyr ü temâşâ eyledi

Derviş Bayazid’e (ö. 1516’dan sonra) ait bu beyit; “Mutlak Güzel (Allah) kendi güzelliğini güzellikler şeklinde yarattı, sonra da dönüp âşıkların gözünden onları seyretti.” manasındadır. Allah’ın kendi zâtını yarattıklarının gözünden seyrettiği şeklindeki yaygın düşünce, bu mısra ile dillendirilmiştir. Bu düşünceden hareketle seyreden de O, seyredilen de O; mâşuk da O, âşık da O, denilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadiste şöyle buyurmuştur; “İnnallâhe cemîlun, yuhibbu’c-cemâl.” “Muhakkak ki Allah güzeldir, güzeli sever.” Güzel olan Allah’ın isimlerinin tecelli ettiği kâinat da güzeldir. İnsanın bu güzel ve sanatlı mevcudatı temâşâ ederek sevmesi, onların tecelli ettiği Allah’ın isimlerini, müsemmayı ve Allah’ı sevmesidir. Said Nursî’ye (ö. 1960) göre de kâinatın var olma sebebi muhabbettir. Bu görüşünü şu cümle ile ifade etmektedir: “Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücûdudur.” Sûfiler ve ârifler arasındaki bu yaygın görüşe göre kâinatın yaratılma sebebi, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim ve mahlûkatı yarattım.” kudsi hadisinde geçen muhabbettir.

celli ettiği Allah’ın isimlerini, müsemmayı ve Allah’ı sevmesidir. Said Nursî’ye (ö. 1960) göre de kâinatın var olma sebebi muhabbettir. Bu görüşünü şu cümle ile ifade etmektedir: “Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücûdudur.” Sûfiler ve ârifler arasındaki bu yaygın görüşe göre kâinatın yaratılma sebebi, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim ve mahlûkatı yarattım.” kudsi hadisinde geçen muhabbettir.

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl

Yunus Emre (ö. 1320) de, kâinatın yaratılma sebebinin Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğunu bir şiirinde şöyle ifade etmektedir:

Hak yarattı âlemi Aşkına Muhammed’in
Ay ve günü yarattı Şevkıne Muhammed’in

Hasan Sezâyî-i Gülşenî (ö. 1738), aynı konuyu şu dörtlükle dile getirmektedir:

Hazreti Hakk’ın habîbi sevgili bir dânesi
Olduğun çün oldu âlem hüsnünün dîvânesi
Zât-ı pâkindir sebep bu âlemin îcâdına
Olmasa teşrifin olmazdı cihân kâşânesi

Süleyman Çelebi (ö. 1422) mevlidinde yüce Allah’ın Hz. Muhammed’e (s.a.v) karşı olan muhabbetini “Ben sana âşık olmuşum ey Nebi” diye ifade etmektedir. Süleyman Çelebi’nin “Ben sana âşık olmuşum” ifadesini, Said Nursî şu şekilde izah etmektedir: “Mevlid yazan Süleyman Efendi, hazin bir aşk macerasını beyan ediyor. O zat ehl-i velâyet olduğu ve rivayete bina ettiği için, elbette bir hakikati o suretle ifade ediyor.” Nursî konuya şu şekilde devam etmektedir; “Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti gibi, muhabbeti dahi kâinatı ihata etmiştir. İşte, o hadsiz mahbublar içinde en yüksek makam, Hz. Muhammed’e (a.s.v.) mahsustur ki, “Habîbullah” lâkabı ona verilmiştir. İşte bu en yüksek makâm-ı mahbubiyeti, Süleyman Efendi, “Ben sana âşık olmuşum” tabiriyle beyan etmiştir. Şu tabir bir mirsâd-ı tefekkürdür, gayet uzaktan uzağa bu hakikate bir işarettir. Bununla beraber, madem bu tabir şe’n-i rububiy>ete münasip olmayan mânâyı hatıra getiriyor; en iyisi, şu tabir yerine “Ben senden razı olmuşum” denilmelidir.”

Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469), Allah’ın kuluna âşık olmasını, “Allah’ın onu kendi muhabbetinde haddinden geçirmesidir” şeklinde izah etmektedir.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye (ö. 1273) göre aşk, varlığın merkezidir. Her şey aşkla başlamıştır ve aşk ile yaratılmıştır. Aşk ile hareket eder. Atomdan gezegenlere her şeyi hareket ettiren aşktır. İbn Arabî’ye (ö. 1240) göre Allah’ın kâinatı yaratması ezelî aşkın bir eseridir. Aşk, insanlarda olduğu gibi, bütün âlemde tabiî bir sarhoşluk hâli oluşturmuş, dönen, dolaşan yıldızlar, hep ilâhî aşk şarabıyla kendilerinden geçmişlerdir.

Fuzûlî (ö. 1556), aşkın cihanşümul ve kuşatıcılığını şu beyit ile dile getirmektedir:

Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kîl u kâl imiş ancak.

Fuzûlî gibi Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö. 1780) da “eylemiş” redifli şiirindeki bir beyitte âlemde var olan her şeyin aşktan ibaret olduğunu ifade etmektedir:

Aşk imiş âlemde her ne var ise
Cümle zerrâta sirâyet eylemiş.

Aşk ile bütünleşen ve aşkı tamamlayan hususlardan biri de güzelliktir. Yukarıda da ifade edildiği gibi tasavvufî yaklaşıma göre mutlak güzellik sahibi olan Allah, kendi güzelliğini temâşâ için mahlûkatı yaratmıştır. Kâinât, mutlak kemâl ve cemâl sahibi olan Allah’ın kemâl ve cemâlinin tecellisinden ibarettir. Dolayısıyla her güzel, Allah’ın güzelliğinden bir iz taşımaktadır. Gerçek güzelliğin Allah’a ait olması sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v), “Allah güzeldir ve güzeli sever” buyurmuştur. Sevginin sebebi, güzelliktir. Güzel olan her şey sevilir. Güzelliğin idrâki bizâtihi lezzet verir. Allah’ın güzel isimlerinin bütün mertebeleri

hakikî kemâlât olduğundan bizzat sevilirler. Sanatlı eserlerdeki güzellikler, Allah’ın cemâl ve kemâlinin aynası olduğundan onlar da sevilirler.

Kadim filozoflar ve klasik nazariyeciler, mûsıkîyi kâinatın ahengiyle eş tutmuşlardır. En küçük bölümlerinden en muazzam kısımlarına kadar ilâhî bir kanuna, tertip ve düzene, seyir ve harekete tâbi olan kâinat, başlı başına bir nizam, ölçü, armoni ve ahenkten ibarettir. Kâinatın yaratılma sebebi olarak kabul edilen muhabbet, sevgi ve aşk, aynı zamanda mûsıkînin de çıkış noktasıdır. Zira sevginin sebebi olan güzellik duygusu, mûsıkînin içine sinmiş ve sirâyet etmiştir. Güzellik, muhabbet, sevgi ve aşktan doğan mûsıkî, bunların aynı zamanda tercüme gerektirmeyen dilidir. Mûsıkî, muhabbet, sevgi ve aşk sebebiyle kâinata tecelli eden Allah’ın güzel isimlerinin ses ile ifadesidir. Sesler aşksız hareket etmezler. Aşk olmadan mûsıkî (meşk) olmaz. Mûsıkî, sesler arasındaki aşk ilişkisidir. Mûsıkî, kâinattaki ilâhî armoniyi yansıtmaktadır. Kısaca mûsıkî, aşkın kendisidir. Mesnevî’de yer alan;

Yel değildir nay sadâsı, aşktır aşk!
Yel götürsün kimde yoksa böyle aşk!

beyti, aşk-mûsıkî ilişkisini yansıtmaktadır. Ney sesinin aşktan ibaret olduğunu ifade eden Mevlânâ gibi İbrahim Gülşenî’ye (ö. 1534) göre de aşk ve ney birbirleriyle özdeştir. Sühreverdî’ye (ö. 1235) göre aşk ve nağme rûha zevk verir ve âşıkları birbirine yaklaştırır.

Allah’ın muhabbetinin tecelli yeri ve aynası olan fezâ-yı nâmütenâhi, uçsuz bucaksız kâinat, Pisagor’a göre uyumlu sesler veren bir birlik durumunda olup mûsıkîden başka bir şey değildir. Mûsıkî, kâinattaki düzen ve âhengin yansıması ve ifadesidir. Said Nursî’ye göre de “…Bu mevcûdatın Sâni-i Hakîmi, kâinatın mecmuunu (tamamını), hadsiz nağmelerin envâıyla sadâ veren ve ses verip tespih eden ve zikredip konuşan bir mûsıkî-i İlâhiyye yapmıştır.” Kısaca ilâhî muhabbet ve aşk sebebiyle var olan kâinat, ilâhî bir mûsıkî meclisidir. Mûsıkîden başka bir şey olmayan kâinat, ilâhî muhabbet ve aşk sebebiyle var olmuştur. Do34 layısıyla kâinat, ilâhî aşkın mûsıkîsidir.

2 Cemalüddin İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut 1997, Cilt: IX, s. 224; Asım Efendi, Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi, Cilt: III, s. 952-953.

3 İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1988, Cilt: II, s. 132.

4 Mehmet Demirci, Yunus Emre’de İlâhî Aşk ve İnsan Sevgisi, Selçuk Yayınları, İstanbul 1991, s. 17-18; Beşir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, Ötüken Yayınları, İstanbul 1999, s. 66.

5 Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İnsan Yayınları, İstanbul 2004, s. 175.

6 Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, İstanbul 1984, s. 15-17.

7 Osman Türer, “Bayezid Halife”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1992, Cilt: 5, s. 242.

8 Ali Yıldırım, “Antakyalı Münif’in Benzer İki Gazelinin Düşündürdükleri”, İlmî Araştırmalar, İstanbul 2006, Sayı: 21, s. 194.

9 Müslim, Sahîhu Müslim, “İmân”, h.no: 147; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Cilt: 4, s. 133-134.

10 Said Nursî, Sözler, Envar Neşriyat, İstanbul 1993, s. 358.

11 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Cilt: II, s. 132.

12 Said Nursî, Mektûbât, Envar Neşriyat, İstanbul 1992, s. 305.

13 Nursî, Mektûbât, s. 303.

14 Nursî, Mektûbât, s. 305.

15 Mustafa Kara, Osmanlı’nın Kandili Eşrefoğlu Rûmî, Bilge Yayınları, İstanbul 2006, s. 74.

16 Yalçın Çetinkaya, Müzik Yazıları, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s. 159, 193- 194

17 Himmet Konur, İbrahim Gülşenî Hayatı, Eserleri, Tarikatı, İstanbul 2000, s. 191-192.

18 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1971, Cilt: I, s. 375

19 Mustafa Kara, Gönül Mektupları, Mavi Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 121.

20 Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dîvân-ı İbrahim Hakkı, İstanbul 1977, s. 105; Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dîvân, (Yayına Hazırlayanlar: Dr. Numan Külekçi ve Dr. Turgut Karabey), Erzurum 1997, s. 313.

21 Mehmet Demirci, Yahya Kemal ve Mehmet Akif’te Tasavvuf, Akademi Kitabevi, İzmir 1993, s. 18.

22 Müslim, “İman”, 147; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 133-134.

23 Hatice Selen Tekin, Müzik Bilimine Doktriner Yaklaşımlar, Müzik Eğitimi Yayınları, Ankara 2014, s. 96.

24 Sıdney Fınkelteın, Müzik Neyi Anlatır, (Çev. M. Halim Spatar), İstanbul 1996, s. 10.

25 Yaşar Nuri Öztürk, Mevlâna ve İnsan, Yeni Boyut, İstanbul 1997, s. 155.

26 Çetinkaya, Müzik Yazıları, s. 159, 193-195.; Annemarie Schimmel, Ben Rüzgarım Sen Ateş, (Çev: Senail Özkan), Ötüken Yayınları, İstanbul 1999, s. 168-177

27 Cinuçen Tanrıkorur, Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler, Ötüken Yayınları, İstanbul 1998, s. 185.

28 Mehmed La’lî Fenâyî, Şerh-i Mânevî-i Şerîf, İstanbul 1257, s. 12.

29 Ebu Hafs Ömer Sühreverdî, Avârifu’l-Meârif, (Çev. Hasan Kâmil Yılmaz-İrfan Gündüz), İstanbul 1990, s. 248.

30 Zigârdelâkîzâde Salih Nâbî, Felsef-i Mûsıkî, (Sadeleştiren ve Yayına Hazırlayan: Cengiz Kotan), İstanbul 2020, s. 57, 83.

31 Nuri Özcan, Yalçın Çetinkaya, “Mûsıkî”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2006, Cilt: 31, s. 257.

32 Said Nursî, Lem’alar, Envar Neşriyat, İstanbul 1992, s. 349.