Yazar
Prof. Dr. Kubilay Kolukırık
Ahi Evran Üniversitesi
Çok kıymetli okurlarım, bu yazımızda yüce dinimiz İslâmiyet’in müziğe bakışı üzerine kısa bir değerlendirme yapacağız
İslâm medeniyetine her alanda hizmet ederek önemli katkılar sağlayan Türk Milleti yaklaşık 3000 yıllık tarihî süreç içerisinde müzik sanatına önemli bir yer vermiştir. Mûsıkî, insanın doğasında var olan ve insan için vaz geçilmez öneme sahip olan beşerî bir sanattır. İnsanlar duygu ve düşüncelerini uyumlu seslerle ortaya koyma ihtiyacı içerisinde olmuşlardır. Kimi zaman ritimler eşliğinde kimi zaman ise ritimsiz bir şekilde oluşturdukları melodilerle hissiyatlarını ortaya koymuşlardır. İnsanların mûsıkî ile ifade ettikleri düşünceleri arasında “dinî duygu ve düşünceler” vaz geçilmez bir öneme sahip olmuştur. İşte bundan dolayı birçok dinî mûsıkî formu oluşturulmuştur.
Türkler'in bilinen en eski dini hayatında da mûsıkî önemli bir yer tutmuştur. İlk çağlardaki Türk topluluklarında, dinî kuralların öğretilmesi, öğütler verilmesi ibadetlerin ve dinî törenlerin yapılması sırasında, konuşulan dilin ahenginden yararlanmak için şiir, bu şiirlerin etkisini arttırmak için de mûsıkî kullanılırdı. Mûsıkî eşliğinde dinî törenler yapan ve yaptıran, ayrıca toplumda şifacılık, büyücülük, ruhçuluk gibi özel meşguliyetleri olan Kırgızlar'da baskı-bahşi, Oğuzlar'da ozan, Altaylılarda kam, Yakutlar'da oyun ve Tunguzlar'da şaman adı verilen din adamları şiir ve mûsıkî bilen kimselerdi.
Türkler İslâm ile müşerref olduktan sonra da sosyal yaşamlarında mûsıkîye gerekli önemi vermişler, birçok mûsıkî formunda eserler ortaya koymuşlar. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Bilal-ı Habeşi’yi ezan okuma ile görevlendirmiş olmasının ve Kur’ân-ı Kerîm’in güzel sesle okunması hakkında tavsiyelerde bulunmuş olmasının dinî mûsıkî geleneğinin oluşmasında etkili ol46 duğunu söyleyebiliriz.
Ses ve nağme şüphe yok ki Allah’ın insana bahşetmiş olduğu lütuflarındandır. Bir tedavi aracı olarak kullanılmasından tutun da, duygu ve düşüncelerin ifade edildiği bir araç olmasına varıncaya kadar mûsıkî, insan hayatında yadsınamayacak bir yere ve öneme sahip olmuştur. İyilik ve kötülüğün eşyanın doğasında olmadığını, kullanılış amacının iyiliği ya da kötülüğü belirlediğini söyleyebiliriz. İnsanın şanından olan mûsıkînin hangi niyetle kullanıldığı önemlidir. Mûsıkînin de, sesin yaratıcısı ve gerçek sahibi adına, O’nun tefekkür edilmesi ve zikredilmesi niyetiyle kullanılmasının daha anlamlı ve doğru olduğunu düşünmekteyiz.
Beş duyu organımızın meşru, mübah ve helal zevkleri olduğu gibi gayr-i meşru, günah, haram ve mekruh kullanımları da vardır. Mesela dil, damak, mide, ekmek, et ve süt gibi gıda maddelerinden haz ve zevk alır. Gıda maddelerinin mübah olması ve helal bir yoldan elde edilmeleri şartıyla bunlar mübah ve meşru hazlardır, Allah’ın şükür gerektiren nimetleridir. Bazı kimselerin içkiden ya da uyuşturucudan zevk almaları ise günah ve haram zevklerdir.
Beş duyu organının haz aldığı şeylerden ifrat derecede ve ölçüsüz şekilde yararlanma cihetine gitmek de doğru değildir. Yüce Allah, “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz, çünkü Allah müsrifleri sevmez” (A’raf, 7/31) buyuruyor. Bu ölçü beş duyu organından her biri için geçerlidir. Allah’ın nimetlerinden ölçülü bir şekilde faydalanmak insanın şanındandır. İnsanların yaptığı her eylemde ölçü kaçırılırsa haz eleme dönüşür. Haddinden fazla et yiyen kimsenin rahatsızlanması gibi. “Bir şey haddini aşarsa zıddına dönüşür” kuralı önemlidir
Gazali şöyle diyor: Mûsıkî/semâ mutlak olarak helaldir. Ama bazı arızî/gelirgeçer sebeplerden dolayı bazı hallerde caiz olmayabilir. Hoş, ölçülü ve anlaşılır bir ses olması itibariyle mûsıkî mübahlar kategorisinde yer alır. Onun haram oluşu özünü oluşturan gerçeğin dışındaki arızî sebepler dolayısıyladır. Mûsıkînin mübah olduğunu gösteren delilin üzerini örten perde kaldırıldıktan ve bunun mübah olduğu apaçık olarak ortaya çıktıktan sonra bu görüşümüz kimin kanâatine aykırı düşerse düşsün önemli değildir. (İhya, II, 281)
İnsan fıtratından ve tabiatın yaratılış tarzından kaynaklandığından mûsıkînin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Akıl ve şuur sahibi, hassas yürekli olarak yaratılan âdemoğulları her zaman tabiattaki güzel sadâlardan, kuş ve bülbül seslerinden hoşlanmışlar, kendilerine göre bazı şeyler mırıldanarak bir tür müzik yapmışlar, böylece kulak zevklerini tatmin etmişlerdir.
Mûsıkî Hz. Âdem’den beri dini hayatla iç içedir. Bununla ilgili olmak üzere birkaç hadisi buraya alıyoruz:
- Hz. Peygamber (s.a.v) buyuruyor: “Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği/güzeli sever.” (Müslim, İman, 147; İbn Mace, Dua, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 133-151) Bu hadis bütün güzel şeylerin, bu arada özü itibariyle güzel olan mûsıkînin caiz ve mübah olduğunu, hatta İslam’ın insanları buna özendirdiğini gösterir.
- “Allah Teala, teganni ile Kur’an okuyan peygamberi (s.a.v) dinlediği gibi, hiçbir şeyi dinlememiştir.” (Buhari, Tevhid, 32; Müslim, Müsafirin, 232; Ebu Davud, Vitir, 20; Nesai, İftitah, 83)
- “Teganni/terennüm etmeyen bizden değildir.” (İbn Mace, İkamet, 176)
- “Allah kitabını öğreniniz ve onu teganni/terennüm ediniz.” (Dârimî, Salat, 171; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 146)
- “Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz.” (Buhari, Tevhid, 52; Ebu Davud, Vitir, 2; Nesâi, İftitah, 83; İbn Mace, İkamet, 176)
- Allah Rasul’ü (s.a.v) bir kere Ebu Musa ElEş’arî’nin Kur’an okumasını dinlemiş ve: “Ey Ebâ Musa! Sana, Davud gibi hoş sada/mizmar verilmiştir.” diyerek onu takdir etmişti. (Buhari, Fazailu’l-Kur’an, 31; Müslim, Salatu’l-müsafirin, 236) Hz. Peygamber (s.a.v), İbn Mesud’a Kur’an okutmuş, büyük bir manevi hazla O’nun tilâvetini dinlemiş ve: “Başkasının okuduğu Kur’an’ı dinlemek hoşuma gider.” buyurmuşlardı. (Müslim, Salatu’l-müsafirin, 247)
Müziğin fıkhî değerlendirilişene ilşkin Uludağ Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Uludağ hocamızın “İslâm’da Mûsıkî ve Semâ” isimli çok kıymetli bir kitabı bulunmaktadır.
Maalesef toplumumuzda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak diye bir gelenek oluşmuştur. Sonuç itibariyle doğal hançeremiz olan boğazımızdaki tabii ses organıyla kutsal kitabımız Kurân-ı Kerîm’i okumak nasıl sevap ise, aynı şekilde Allah aşkını, Hz. Peygamber (s.a.v) aşkını çağrıştıran ilâhi, salât, mevlevî âyini, ezan…. gibi formları icra etmek de insanların şanına yakışır bir yaklaşım olduğu gibi Hakk Teâlânın rızasına uygun davranış ve fiiller kapsamına girecektir diye düşünmekteyim. Bu bağlamda Allah’a ve yüce dinimize isyan içermeyen, yetimâne ve şehevî çağrışımlar göstermeyen Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği gibi İslâm kültürüyle yoğrulmuş müzik kültürü örneklerinin icrası manevî anlamda da bizleri sıkıntıya sokmayacaktır diye düşünmekteyim. Bu bağlamda Müslüman Türk kültürü içerisinde oluşturulmuş yapay müzik çalgılarıyla yapılan icralar da yukarıda belirttiğimiz çerçevede kültürümüzün vazgeçilmez değerleridir. Hiçbir müzik çalgısının da diğerine oranla üstün ve faziletli olduğu da iddia edilemez. Önemli olan hangi çalgı ile değil hangi duyguların ön plana çıkarılarak yapıldığı müzik icrasıdır. Şüphesiz müzik gibi fıtrî bir ihtiyaç konusuna inanan insanların duyarsız kalmaları düşünülemez. Unutmayalım ki hayat boşluk kabul etmez. Bizler yüce Rabbimiz'in verdiği yetenekleri kutsalın anlatılmasında kullanarak, bizlere yakışanı yapmalı ve şu geçici dünya hayatımızı bereketlendirerek Allah’ın rızasına uygun iş ve eylemlerde bulunmalıyız. Yeteneklerimizi O’nun rızasına uygun yönlendirmemiz temennisiyle sizleri Allah’a emanet ediyorum.