Merhum “Hafız Abdullah Nazırlı Hoca”mızın bir asırlık bereketli ömrü, oğlu Sayın Mehmet Vehbi Nazırlı’nın gayret ve çalışmaları ile merhum Hocamızın da kurucusu olduğu Han Vakfı tarafından “Hafız Abdullah Nazırlı’nın Hayatı, Hatıraları ve Temel Dinî Görüşleri” adı altında kitap hâline getirilmiştir. Kitap, ilgililerin ve toplum tarafından Hocamızın tanınması ve yaşadığı döneme de ışık tutması açısından önemli bir kaynaktır

Merhum Hocamız (1914 – 12 Şubat 2022) gerek yaşadığı dönem, gerek imamlık görevi ve gerekse hafızlığı nedeniyle, Ezan’ın Türkçe okunduğu, camilerin satıldığı veya kapatıldığı, dinin ve dindarların horlandığı bir dönemin son tanıklarından idi. Bu nedenle; Hocamızın hayatını anlatan ve Vakfımız tarafından yayınlanan bu kitap yakın tarihimizde din ve dinle ilgili uygulamaları merak edenlerin istifade edebilecekleri önemli bir eserdir. Bu açıdan bakıldığında Eser’in okuyucuları tarafından dikkatle okunup değerlendirileceğini düşünüyorum.

Kitapta antılanlarla Hocamızı tanıyalım. “Beratlardan anlaşıldığına göre Hz. Peygamberin vefatından 8 yıl sonra Hz. Ömer zamanında İslam ordularının Anadolu’yu fethi sonrasında İslam’ın anlatılması görevi ile eski Malatya’ya yerleşen dedelerinin IV. Murat zamanında eski Malatya’dan, Diyarbakır’ın Hani ilçesine tayin edilmesi ile nesillerinin Malatya – Diyarbakır – Elazığ – bölgesinde bugünlere kadar devam ettiği” 1 ifadelerinden şeceresinin nereye dayandığı anlaşılmaktadır.

Hocamız; H.1335 (M.1916) yılında Elazığ’ın Hoş Köyü’nde doduğunu, bazı hicri – Miladi Rumi çevirme uzmanlarının hesaplamalarına dayanarak Hicri, 1331; Miladi, 1914 tarihinde doduğunu ifade ettiğini, 10 yaşında iken nüfusa kaydının yapıldığını ve doğum tarihinin 1924 olarak yazıldığını, Babasının “Abdullah’ı 10 yaş küçük yazdırdım.” dediğini kendisi 10 yaşlarında iken Cumhuriyetin ilan edildiğini çok iyi hatırladığını ifade etmiştir.

Hocamızın Babasıyla ilgili: “Babam, İmamzadelerden Sufi Abdülfettah Efendinin; Ali -Hafız Muhammet- Medine- Esma-Zeynep isimlerindeki çocuklarından biri olan ve çevresinde ibadet ve takva sahibi olarak bilinen Rüştiye mektebi mezunu 01.07.1896 – 10.08.1977 yılları arasında yaşayan Hacı Ali (Nazırlı) Efendi’dir ve 81 yaşında vefat etti.” 3 ifadelerinden babasının şeceresi ve dinî hayatı ve vefatına ilişkin bilgiler edinilmektedir.

“Hacı Ali (Nazırlı) Efendi 17-18 yaşlarında iken Elazığ’ın bir Türkmen köyü olan Hoş’a Ablası Zeynep hanımefendiyi ve eşi Hafız Mehmet(Erçağ) Efendiyi ziyarete gittiğinde Çuvalcızadelerden İbrahim Efendinin kızı Hatice (Kösegiller) ile evlendirilir.” ifadeleriyle de Annesi hakkında bilgiler verir.

Hocamız, “Hatice hanımın tek çocuğudur.” Oğlu Mehmet Vehbi Bey’in Babaannesinden dinleyip aktardığı “Ben Hafızı abdestsiz olarak hiç emzirmedim. Hafızlık yaparken dersini hiç aksatmadan dinletir, nerede kitap bulsa okurdu.” ifadeleri onun bugünün annelerine örnek olacak hayatı hakkında ipuçları sunar.

Hocamızın çocukluğu ve gençliği Diyarbakır Hani’de geçer. Bebeklik yıllarında geçirdiği TRAHOM hastalığı sebebiyle bir gözünü kaybetmiştir. “Bütün hayatım boyunca okudum ve okuttum.” ifadesiyle hayatını özetleyen hocamız ilk eğitimine Rüştiye (Ortaokul) mezunu olan Babası Hacı Ali Efendi’den Kur’an’ı Kerim öğrenip hafızlık yaparak başlamıştır.”

“Amcası Müderris Hafız Muhammed Efendiden; Arapça, tefsir ve Şafii Fıkhını öğrenen ve hafızlığını pekiştiren Hocamız 11-12 yaşlarından itibaren Hani, Lice ve Diyarbakır gibi şehirlerde aşrı şerif ve mukabele okumaya başlar.” Hafızlığını pekiştirdikten sonra Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilim tahsil etmek isteyen birçok ilim meraklısının yaptığı gibi “Amcasının fetvası ve teşviki ile kıraat ve tecvit, tashih-i huruf (Haflerin düzgün okunması) ilimlerinde ilmini geliştirmek için hocalar aramaya başlar.”

Ancak yakın çevresinin o devrin ilim ve hikmet erbabı olması nedeni ile “Babası Hacı Ali Efendi tarafından Elazığ’a getirilerek Elazığ Çarşı Camii İmam Hatibi teyzesinin eşi Hafız Mehmet Erçağdan Tecvit, Kıraat ve makam dersleri aldırılır.”

Hocamızın gençlik yıllarına ait birkaç ifadesi şöyledir; “Allah demenin suç olduğu, elif ba cüzünün bile bulunmadığı, Arapça harflerle matbuatın yasak olduğu, suçüstü yapılanların hapsedildiği İslami ilimlerin tahsil edilmesinin ve Müslümanca yaşamanın zor olduğu yıllardı.” “Kıyafet devriminden sonra kadınların çarşaf giymesinin yasaklanması nedeni ile Jandarma Hani sokaklarında çarşaflı kadınların çarşaflarını yırtıyor dipçik ile kadınlara vuruyorlardı. Jandarmanın kadınların peçelerine müdahalesi üzerine jandarma ile kavgaların ve ölüm olaylarının yaşandığı bu nedenle yüzünü açmak mecburiyetinde kalan ve yüzlerinin görünmesini istemeyen kadınların yüzlerine kara sürerek evden çıkarlardı.” “Bir gün sabah darağaçlarında asılı duran insanları gördüm. Halk toplanmış aralarında konuşuyorlardı. Bu filan âlim, şu filan zat, bu filan bey diyerek feryat ediyorlardı.” Bunları anlatırken gözyaşlarını tutamazdı.

Hocamız hatıraları arasında asılanlardan biri ile ilgili olarak kendisine intikal eden bir pusuladan bahisle; “Salih Bey kimdir? Salih Bey Hanilidir. Haninin beylerindendir. Çak âlim zekâ fehmi ferasetle şöhret bulmuş ve yabancı dört lisan bilir bir âlimi muhit idi. Herkes onu sever sayar hürmet ederdi. Bu ufacık pusula kendi el yazısı olduğundan teberrüken kitabımıza aldım. Salih Bey Şeyh Said hadisesinde 445 ilim adamıyla birlikte Diyarbakır’da idam edilmişti. (Rahmetullahi Aleyh.) İdam edileceği esnada şu beyitleri okumuştur. Gerçi enzar-i ehibbadan bugün devrolmuşuz. Rahmeti Mevlaya yaklaşmakla mesrur olmuşuz. Hak yolunda muflis’u hane’i harab olduksa da Bu harabat ile manen, çünkü mamur olmuşuz.”

Hocamız tek partili dönemle ilgili olarak; “Bütün bu olaylar Harf inkılabı sonrasında Arapça, Osmanlıca yazılması ve okunmasının yasaklanması, Kur’an’ı Kerim ve diğer kitapların toplanıp kışla ve karakolların sobalarında yakılması, kadınların çarşaf ve peçelerinin yırtılması gibi haksızlıklar, yeni ilan edilmiş olan Cumhuriyet’e ve hükümetlerine karşı kin ve nefretin oluşmasına yol açıyordu.” diyor.

Hocamız hiçbir zaman öğrendikleri ile kendini yeterli bulmaz. Yaşadıkları ve gördükleri onda öğrenme aşkını besler. “Yıl 1939 aylardan şubat kışın en şiddetli olduğu zamanlar.” 16 “Bir Arkadaşım var ismi Ali idi. O da okumaya meraklı. İkimiz konuştuk sözleştik yola düştük. Hani’den çıktık bir saat kadar yol geldik. Ama o senede kıtlık senesi ekmek bulunmuyor. Herkes perişan aç ve yokluk içerisinde. Dedik belki değirmende bize bir lokma ekmek verirler. Gittik değirmende ekmek yok. Aç açına yola düştük. Mevsimde şubat ayı yerde karda var soğukta var. Arkadan bir ses geldi. Baktık ki arkadaşımın abisi Muhammed. Bekledik geldi. “Ya siz bu kış günü nereye gidiyorsunuz, deli mi oldunuz?” “Kardeşini al götür.” dedim, Ben gelmem ben devam edeceğim onlar gittiler ben kaldım. Yalnızım ama yalnız değilim. Kur’an’ım var ben de okuyorum, okuma aşkı var bende.

Baktım bir kapı açıktı. İçeri girdim bir yaşlı adam bir de çocuk oturuyorlar. Selam verdim. “Amca müsaade eder misiniz bu gece burada kalayım.” dedim. “Kal evlat!” dedi. O gece orada kaldım. Sabahtan kalktım “Allah’a ısmarladık.” dedim. Dicle’nin kenarına geldim ki bir kayık var. Kayığa bindim öte tarafa geçtim. Akşam oldu trene bindim Malatya’ya indim. Malatya’dan yine trene bindim Sivas’a gittim. Sivas’tan da buraya (Kayseri) geldim. Şafak olmamıştı. İstasyonda indik. İstasyondan yaya geldim, Hunat camiini sordum. ‘Burası!’ dediler. Abdest aldım içeri girdim. Hoca Efendiyi sordum. “Daha gelmedi, namazdan sonra okutacak.” dediler. Bekledik Hoca Efendi geldi. Namazı kıldırdı. Ben de arkasında kıldım. Sonra arka tarafta ufak bir odaya gittik. 5-10 öğrenci vardı. Onlarla oturduk. Hoca efendi geldi elini öptüm. Sordu bana; -Nerelisiniz? -Diyarbakırlıyım. -Eee niye buraya geldiniz? -Okumaya geldim. -Hafız mısın? -Hafızım.

Bana bir aşır okuttu. Memnun kaldı. Ders bittikten sonra beni burada bir otele götürdü. “Bu Hafız’a temiz bir yatak veresin, burada yatıp kalkacak, para almayasın.” diye tembihledi. O otelde yattım kalktım.

Her sabah namazından sonra güneş doğana kadar okurduk. Kıraat okurduk. Beni yarım cüz dinlerdi. Bir de aşere okurduk. Bana bir vazife daha verdi. Ulu Camide öğleden ve ikindiden evvel okuyacaksın cemaat dinleyecek. Öğleden ve ikindiden evvel yarım saat ezbere okurdum.

Ancak Hocamızın dersleri ve kıraati bitmeden ikinci dünya savaşı başlar ve silah altına alınır. Kayseri’den doğru Kırklareli Demir köyüne götürürler.

1945 de askerlik bitişi Hani’ye döner ve evlenir. Ancak Kayseri’deki hocaları tekrar çağırınca bu defa doğru Kayseri’ye gider ve orada hafızlık icazetini alır. Hocası Hafız Mahmut (Kuşçu) Efendidir. Ondan aşere ve takrip alır.

Hocamız; “Göreve Başladığı yıllarda başlangıçta EVKAF müdürlüğüne bağlı olarak Hademe-i Hayrat (Hayrat Hizmetlisi) olarak,” Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması üzerine İmam Hatip ve Kur’an kursu muallimi – Vaiz olmak üzere 3 görevi bir arada yürüttür. Sonraki yıllarda ise İmam Hatip Okulu ve Harput Diyanet Eğitim Merkezinde verdiği Kur’an dersleri ile cezaevlerinde mahkumlara verdiği din dersleri ile görevini sürdürür”

Hocamız hayatı;“Ben Kur’anı zihnimde,hayatımda korursam Kur’anda beni korur.” 19 inancı ile yaşamış. Her insanın fıtratının farklı olduğu bilinci içinde görevini yerine getirmiştir. Diğer Müslümanların da, Allah’ın hakkını gözeterek topluma nasıl faydalı olabileceklerini kendi üzerinden şöyle anlatır; “Bilesiniz ki ben bu hizmeti menfaat karşılığı yapmıyorum. Dinime Kur’an’ıma hizmet için yapıyorum. Ben bir zengin değilim ki servetimle dinime ve Müslüman kardeşlerime yardım edeyim. Ben bir mevki sahibi değilim ki mevkiimle faydalı olayım. Ve ben bir sanat sahibi değilim ki sanatla milletimin işlerini göreyim. Ancak ben de bu mesleğim ile faydalı olmaya çalışıyorum. Size Kur’a-ı Hâkimi okutmakla dininizi öğretmekle hizmet yapmak istiyorum. Ve ben öyle inanmışım ki benim Rabb’im beni Ahiret’te mükafatsız bırakmayacaktır…”

Hocamız kendisi ve ailesi için; “Hz Peygamber zekât ve sadaka almazdı bizler de sadaka zekât alamayız. Zira Hadisi Şerifte Allah Rasulü buyuruyor ki; “Âlimler peygamberlerin varisleridir” bizde O’nun varisleri olduğumuzdan bizler de alamayız. Haram olur.” 21 diyerek kendini ve ailesini şüpheli gördüğü şeylerden korumuştur.

O günlerde Anadolu’da pek yaygın olarak başvurulan muska yazma, hastalara okuma vs. gibi gelir yollarına tevessül etmezdi. Hatta muska yazmasını isteyenlere kızardı; “Abdest alın namaz kılın, kendinize ana babanıza evlatlarınıza ve yakınlarınıza kendiniz dua edin.” 22 derdi.

Merhum’un aile içinde herkesin hakkını gözettiğini ve haksızlıktan sakındığını görmekteyiz. Bu durumu Oğlu Mehmet Vehbi Bey şöyle anlatır. “Maaşını Müftülükten her ay ben alırdım. Bana verdiği borç listesini dağıtarak eve gelirdim. Biz 6 kardeş 8 nüfus idik. Dedem ve Babaannemi de sayarak maaşının kişi başına düşen payını dedeme posta havalesi ile ben gönderirdim.”

Günlük yaşamında; “Ancak İslam’ı “İfrat ve Tefrit” e düşmeden yaşar her daim kendi nefsini ve amelini sorgular ve daima murakabe halinde olur tevbe istiğfar ederdi.”

Kitap çok güzel anılar ve bilgiler ile dolu. Okuyanların ve okuyacakların faydalanması dileği ile Rabbim hocamıza rahmeti ile muamele eylesin. Onu çok sevdiği Habibine komşu eylesin.