Musa Yavuz

HAN Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi

Çocukluğumda yakın çevremde kurban kesenler sınırlı idi. Onun için kurban bayram ziyaretlerinde çoğu zaman kurban kesenlerin evi özel bir tercih sebebi olurdu. Hac’a gidenler de sınırlı olduğu için Hacı yolu gözlemek dediğimiz birhasretle beklenir, Hacı olmuşlara özel bir saygı duyulurdu.

Bugün kurban, otuz veya kırk sene öncesi ile kıyaslandığında hemen hemen her aileden Hac’aveya Umreye giden birisi ile karşılaşmak mümkün olduğu gibi kurban kesenlerle de karşılaşmak mümkün.

Kesilecek kurbanlık koçlar, yeşil ve kırmızı renklere boyanarak kurbanlık oldukları belli hale getirilir, onlara özel olarak bakılırdı. Diğer büyük baş hayvanlar da aynı şekilde özel olarak beslenirdi. Herhangi bir sakatlık olmasın diye boynuzlarının, gözlerinin ve diğer azalarının zarar görmemesi için azami titizlik gösterilirdi.

Bayram öncesi evlerde çocukların ve kadınların ellerine ayaklarına kınalar yakılırdı. Bayram namazı sonrası kesilecek kurbanın başında toplananlar kurbanlığa hüzünle bakarak tekbirler eşliğinde kurban vazifesinin yerine getirilişini sevinç ve hüzün karışımı bir duygu eşliğinde izlerlerdi. kurban kesenler kurban sonrası kıldıkları iki rekatlık namaz sonrası uhrevi bir huzur yaşarlardı.

Çocukken kurban Bayramlarında camiye bay- ram namazına götürüldüğümüzde genellikle Hz İbrahim ile Hz İsmail arasında geçen kur- ban edilme hadisesini dinler, İsmail(as)'e üzülür, anne Hacer’in şeytan’ı taşlamak suretiyle gösterdiği cesarete ve İbrahim(as)'e olan güve- nine gıpta ederdik.

Ancak bugün kurban, dini bir vecibe olarak gücü yeten herkesin yerine getirmesi gereken, kişiyi Rab’ine ulaştıracak, yakınlaştıracak bir fazilet yarışı olmaktan çıkarak, kurban kesenlerin kendi ihtiyaçlarını karşıladığı, sıradan bir ritüele dönüşmüş gibi!

Kurbanın tarihsel arka planı.

Kurban ile ilgili olarak yaptığımız ansiklopedik bir çalışmada kurbanın; “Tarih boyunca bütün dinlerde Tanrı’ya kurban sunma uygulamalarının bulunduğu tesbit edilebilmekte; fakat kurbanlıklar, kurban sunma şekilleri ve amaçları bakımından farklılıkların bulunduğu gözlenmektedir. Başta tahıl olmak üzere bir kısım bitkiler, para ve hayvanların kurbanlık olarak sunulduğu, hatta insanların kurban edildiği görülmektedir. (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 26 Shf: 436)

İlk kurban ve kurban ile ortaya çıkan hased ve kıskançlık.

Maide suresinde; peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanları hakka davet etmesine rağmen, onların davete icabet etmemeleri üzerine Allah’ın peygamberimize; “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. kurbanı kabul edilmeyen, “And olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. (Maide: 27).

Ayet’i sure içindeki bağlamından kopartıp tek başına değerlendirdiğimizde ayetin metninden Adem’in oğulları ve sundukları kurbanlar ile il- gili bilgi verilmeden onların kurbanlarının so- nuçları üzerinden kardeşlerin birbirlerine karşı olan tutumları anlatılmaktadır.

Ayet’i sure içindeki bağlamından kopartıp tek başına değerlendirdiğimizde ayetin metninden Adem’in oğulları ve sundukları kurbanlar ile ilgili bilgi verilmeden onların kurbanlarının sonuçları üzerinden kardeşlerin birbirlerine karşı olan tutumları anlatılmaktadır.

Ayet’in metninde geçen Adem’in iki oğlu ile ilgili olarak; Muharref Tevrat’da ve tefsir kitapların- da Adem (as) sağlığındaki ilk erkek çoçuklarından Habil ile kabil olduğu ileri sürülmektedir. Ancak ayetin siyak’ı ve Sibakı dikkate alındığında İsrail oğullarından birine ait olma ihtimali de ağır basmaktadır. Ancak biz burada, kurban olayını İsrail oğullarından da olsa Adem (as) oğullarından Habil ile Kabil arasında geçmiş gibi değerlendireceğiz.

Ayetteki ifadeden Adem(as)'ın oğullarının Allah için kurban ibadetini bildikleri ve Habil ile Kabil’in Allah için birer kurban sundukları anlaşılmaktadır.

Kaynaklarda kurbanların mahiyeti ile ilgili olarak; “Hâbil'in bir sürüsü vardı. Kabil ise ziraatçı idi. Onlardan herbiri Allah'a bir kurban sundular. Hâbil sürüsü içerisindeki en güzel koyunu seçip, kurban olarak sundu. Kabil ise, ekini içindeki en âdi buğdayları seçip, onu kurban olarak sundu” (Tefsiri Kebir Cilt 9 Shf : 28) yazılmaktadır.

Ayetten ve yukarıdaki açıklamalardan; bu kur- banın belki Adem (as) bildirmesi belki de çocuklarının bizim bilemediğimiz Kur’an-ı Ke- rim'in de bildirmediği bir sebepten, Allah’ın rızasını kazanmak için sunulduğu, fakat sunulan kurbanlardan Habil’inkinin kabul edildiği, Kabil’inkinin ise gerekli hassasiyeti göstermeyerek düzenbazlık ve sahtekarlık yoluna sapmasından kabul edilmediği anlaşılmaktadır.

Ayet’de geçen ifadelerden, kurbanı kabul edilmeyen Kabil ile kurbanı kabul edilen Habil arasında kurban sonrası ciddi bir tartışma yaşandığı, bu tartışmada Habil’in, kardeşi Kabil’i ikna etmeye çalışmasına rağmen Kabil’in “And olsun seni mutlaka öldüreceğim” demesi üzerine Habil’in kardeşini teskin etmek için böyle bir şeye gerek olmadığını, Allah’ın kurbanı “kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul ettiğini” belirterek, hatasından dönerek kendini düzeltmesi halinde yeniden sunacağı kurbanın kabul edileceği hususunda kardeşini uyardığı anlaşılmaktadır.

Kur’an-ı Kerim'in kabul edilen ve edilmeyen kurban olayı ile ilgili anlatımında iki şey dikkat çekicidir. Biri kurbanın niteliği ve Allah’ın emrine gösterilen saygı, diğeri kişilerin kurbanlarının kabul edilmesinin veya edilmemesinin açıkca ilan edilmesinin sonucu.

Kabil’in kurbanının kabul edilmemesinin an- latılması, ibadetlerde teşhirciliğin insanda kıskançlık hased ve benzeri çirkin duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olduğu, bu nedenle Kur’an-ı Kerim'de sık sık karşılaştığımız insan aklının sonradan üreteceği itirazlara bir bariyer oluşturmak için anlatılmış gibidir.

Kur’an, Habil örnegi üzerinden de ibadet ve taatlarımızın kabul edilip edilmediği sonucuna odaklanmakdan ziyade, ibadet ve taatlarımızı yaparken niyetlerimize, ihlasımıza ve takvamıza odaklanmamız istemektedir.

Habil’in kardeşine Allah’dan korkan sakınan kişilerin nasıl davranması gerektiğini öğretmek için; “Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile), ben asla öldürmek kastıyla sana el uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkan birisiyim.” (Bu ayette, cezaları; mağdur olan kişilerin değil, ancak devletin uygulayacağı, hukukullah/kamu haklarını adil yargının sağlayacağı öğretilmektedir.) (Ahmet Akgül Meali: Maide: 28)

Ve (bu uyarılarıma rağmen, yine de Hakka ve hay- ra yönelmezsen, o takdirde) ben dileyip isterim ki, sen hem benim günahımı hem de kendi günahı- nı yüklenip (cehennem) ateşine atılanlardan ola- sın; zalimlerin gerçek cezası işte budur” (demişti). (A.Akgül Meali Maide 29)

“Hâbil'in. Kardeşinin Cehennemlik Olmasını İstemesi Doğru mudur?” “İnsan kendisinin Allah'a isyan etmesini istemediği gibi, başkasının da Allah'a isyan etmesini istememesi gerekir. O halde Hâbil niçin, "Şüphesiz dilerim ki sen kendi günahınla birlikte, benim günahımı da yüklenesin" demiştir?” (Tefsiri Kebir Cilt 9 Shf )

Bu sorunun cevabı; Habil’in Kabil’e; Benim bu uzun nasihatlarıma rağmen hala beni öldürmeyi düşünecek olursan "Ben, beni öldürme güna- hının cezasını yüklenmeni istiyorum" demektir. Mazlumun, Allah Teâlâ'dan kendisine zulmedeni cezalandırmasını dilemesinin caiz olduğunda şüphe yoktur.” (Tefsiri Kebir Cilt 9 Shf ).

Necmettin Şahinler de Taberi’den naklen Mücahid tarafından yapdığını bildirdiği yorumunda “Eğer bir kimse doğrudan veya dolaylı olarak kendi günahından doğmayan bir şiddet eylemi sonunda ölürse önceki günahları affedilir. Bunun nedeni eğer yaşamasına izin verilseydi edebileceği tevbeye vakit bulamamasıdır. Bir tahrikin olmadığı ölümlerde katil cinayet günahına ilaveten masum kurbanının geçmişte işlemiş olabileceği, ama şimdi affedilmiş olan günahlarıda yüklenir.” (Kutsalı Kesmek shf: 35) diyerek açıklamıştır

“Aynı zamanda ayet yeryüzünde işlenen ilk cinayetin, kan dökmenin hased ve kıskançlıktan kaynaklandığını Âdem ‘in iki oğlunun kıssasıyla tüm insanlığa tekrar duyurulmuştur.” (Kutsalı Kesmek shf: 30)

Kuran-ı Kerim, Adem’in iki oğlunun kıssası ile bize iki insan tipinin örneğini vermektedir. "Kabil; Para servet biriktirme ve tamah için iman ve inancı konusunda bile hile sahtekarlık ve tezvire başvuran bir insanın sebolüdür. Habil ise imanı ve inancı söz konusu olduğunda her şeyden kolayca vazgeçebilen fedakar bir insan tipinin sembolüdür." (İbrahim ile Buluşma Shf: 40)

Allah, gerek kurbanlık konusunda gerekse diğer ibadetlerde, kulun niyetine bakarak ibadetlerini kabul eder. Onun için bir iç hesaplaşma yapmadan, Habil haline dönüşme gayreti içine girmeden, kesilen veya Allah’a sunulan hiçbir kurban bizi Allah'a yakınlaştırmaz. Aksi bizi Allah’a yakınlaştırmaktan ziyade (Allah muhafaza) Kabil gibi Allah’dan uzaklaştıran bir fiil haline getirebilir.

Allah Rasulünün arkadaşlarından Hz. Urve (r.a) (Urve B Mesud Olma ihtimali yüksek) oğullarına yaptığı ileri sürülen bir vasiyette; “Evlatlarım! Sakın biriniz, bir büyüğe hediye edinceutanacağı bir şeyi Allah için kurban sunmasın.Zira Allah büyüklerinin büyüğüdür. Ve o en değerlisine herkesten çok daha layıktır. (Muvatta Hacc, 39 [1214]) ” (Murteza Bedir kurban Kitabı Shf: 62) diyerek çocuklarını uyarmıştır.

“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan ancak, sizin O’nun için yaptığınız, gösterişten uzak amel ve ibadetlerinizdir.” (Hac 36, 37)

Sonuç olarak her ibadette olduğu gibi kurban kesmek de bir imtihan ve kişinin eksik olan bir yanını ortaya çıkaran ve bu eksikliğin tamamlanmasına fırsat tanıyan bir ibadetdir.

Âdem’in iki oğlunun kıssasına farklı bir bakış.

Konumuz olan ayeti kerime Maide suresine ait olup söz konusu sure ile ilgili olarak; “Medine döneminin sonlarında en son indirilen sûre olduğu (Müsned, VI, 188; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Kurʾân”, 6) ve tamamının Vedâ Haccında arefe günü veya Hudeybiye seferi sırasında nâzil olduğunu ifade eden rivayetler bulunmakla birlikte ihtiva ettiği konular ve bazı âyetler hakkında aktarılan nüzûl sebepleride (dikkate alındığında) sûrenin farklı zamanlarda indirildiği.” (TDV İslam Ansiklope- disi.) anlaşılmaktadır.

Maide suresinin 27 ve 31 ayetlerini, kendinden önceki ve sonraki ayetlerle birlikte incelediğimizde; 12. ve 19. ayetler arasında İsrail oğullarından ve Hristiyanlardan alınan sözler ve bu sözlere uyulmaması, peygamberimizin ve Kur’an-ı Kerim'in ehli kitap ile tüm insanlığı uyarmak için gönderilen birer hidayet rehberi olduğunu ifade eden açıklamalar ihtiva ettiği, yirminci ayetten yirmi altıncı ayete kadar devam eden ayetlerin ise İsrail Oğullarının Kutsal topraklara girmemek için peygamberleri “Hz. Musa” ile olan mücadelesini anlattığı, yirmi yedinci ayetten itibaren otuzbirinci ayete kadar da konumuz olan Âdem (as) iki oğlunun kıssası anlatıldığı, Maide 32'den itibaren ise tekrar İsrail Oğulları ile ilgili anlatıma dönüldüğü görülmektedir.

F.Razi Ademin iki oğlunun kıssası ile ilgili ola- rak Maide suresindeki yukarıdaki dizilişi dikkate alarak “Ehl-i kitap, sırf hased ve kıskançlıklarından dolayı, Hz. Muhammed (s.a.s) 'i inkâr edip O'nu kabul etmeyince, Allah onlara, Hz. Âdem'in oğlunun haberini ve kıskançlığının onu kötü bir neticeye sürüklediğini haber vermiştir ki, bundan maksat, yahudileri bu kıskançlıklarından sakındırmaktır.” (Tefsiri Kebir Cilt 9 Shf:) diye açıklamıştır.

Maide suresinin on iki ile yirmi altıncı ayetle- rine bir bütün olarak bakıldığında kıskançlık ve hasedin sadece İsrail Oğullarına ait olmadığı “Peygamberimizi ve ona indirilen Kur’an-ı Kerim'i inkar hastalığının” ehli kitabın “Yahudilerin - Hıristiyanların” tamamında olduğu, Âdem'in iki oğlundan Kabil’in durumu ile ehli kitabın kıskançlık ve hased yüzünden söz dinlememe ve hakkı kabul etmeme konusundaki ısrarlarının birbirine benzediği anlaşılmaktadır.

Âdem’in iki oğlunun kıssasından sonra Kur’an da yeniden İsrail Oğullarına ehli kitaba dönülmüş Kabilin haksız yere adam öldürme fiili sonucunda ortaya çıkan pişmanlığına ve hüsrana varan hatasına göndermede bulunarak “İşte bu nedenle; İsrailoğullarına da yazmış (ve onların şahsında bütün insanlığı uyarmış) tık ki; -öldürdüğü başka birisine karşılık (kısasen), veya bulunduğu yerde çıkardığı fitne ve fesada (anarşi ve isyana binaen) olmaksızın- her kim (haksız yere) bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir masumun öldürülmesine engel olup, yaşamasını sağlayarak) onu diriltirse, bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdi. Sonra bunun ardından onlardan (İsrailoğullarından) birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşırıp israf (ve insafsızlığa) yönelmişlerdir. (Maide: 32) Ehli kitaba hased ve kibiri bırakmaları için peygamberi- miz vasıtası ile yapılan son yazılı uyarı olmuştur.

Kurban teslimiyettir.

Âdem (as) iki oğlunun kıssasında Habil’in ağzından; “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım." (Maide: 28) açıklaması ile kurban ibadeti üzerinden Allah’a yaklaşmak veya yakınlık kurmak isteyen kulun tevhid (Allah) anlayışı ile kulluk bilincinin ve kişiliğinin nasıl olması gerektiği öğretilmiştir.

Habil ile ilgili olarak yazılanlar Habil’in Kabil’den daha güçlü olduğu şeklinde. Onun için Habil kardeşine "ben senden korkmuyorum. Beni öldürmek için bana gelsen bile, benim sana gücüm yeteceği halde ben seni öldürmek için sana elimi kaldırmayacağım" diyerek kardeşine kendisinden korkmadığını sadece Allah’dan korktuğunu ifade etmiştir. Zaten Kabil’ in de kardeşini öldürmesi ile ilgili olarak tefsir kitaplarında; Habil’in uyurken başına taşla vurularak öldürüldüğü, kendisini savunmaya, kardeşine engel olmaya fırsat bulamadığını öğrenmekteyiz.

İbrahim(as)’in kurbanı.

Kurban ibadeti ile ilgili olarak ikinci örnek yazımızın giriş kısmında da kısaca değinildiği gibi Ululazm bir peygamberin imtihanı ile ilgilidir.

Bu durum Kur’an-ı Kerim'de Saffat suresinin 100 ve 111 ayetleri arasında anlatılmaktadır.

Rabbim! Bana iyilerden olacak bir evlât ver! * Bunun üzerine kendisine akıllı ve iyi huylu bir erkek çocuğu olacağını müjdeledik. * Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, “Yavrucuğum” dedi, “Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?” Dedi ki: “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın. * Her ikisi de (ilâhî buyruğa) teslim olunca ve babası onu yüzüstü yatırınca * ”Ey İbrâhim!” diye ona seslendik; * Tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun.” İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz. * Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı. * Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik * Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık * İbrahim'e selam olsun * İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız * Çünkü o mü'min kullarımızdandı (Saffat:100-111)

Kur’an-ı Kerim’de İbrahim(as)’in kurbanlık oğlu ile ilgili olarak isim verilmemesine, sadece onun özellikleri belirtilmesine rağmen Tevrat’da ve bazı İslami kaynaklarda İshak olduğu ileri sürülmektedir.

Kurban İsmail mi? İshak mı?

Kurbanlık oğul ile ilgili olarak “Taberî, her iki yöndeki rivayetleri aktardıktan sonra kendisi, müjdelenen ve kurban edilmek istenenin İshak olduğunu kabul eder (XXIII, 76-79, 81-83; 83-86). İbn Atıyye de Ashaptan Abbas ve oğlu Abdullah ile Hz. Ali, Abdullah b. Mes‘ûd, Kâ‘b el-Ahbâr, Ubeyd b. Amr’ın isimlerini de vererek, “Âlimlerin çoğu”na göre müjdelenen ve kurban edilmek istenen çocuğun İshak olduğu..” (Kura’n Yolu Cilt 4: Shf: 544-545) ifade ederkenTevrat’da bunun İshak olduğunu bildirmektedir.

Ancak; Fahreddin Razi Mefatihul Gayb’da kur- banlığın; “İsmâil (as) olduğunun delilleri” ve İshak (as) olduğunun delilleri” diyenlerin gerekçelerini maddeler halinde zikrettikten sonra, İshak (as) ve Yakup (as) ların bulundukları yer ile dünyaya gelişlerini değerlendirdikten sonra “Kesme Yeri” (Mefatihul Gayb’: cilt 18 shf 626628) ile "Zebihin İsmail Oluşunun başka delili" (Mefatihul Gayb’: cilt 18 shf 634) gibi değerlendirmelerden sonra, kurbanlığın İsmail (as) olduğunu ispat etmeye çalışmış ise de “doğruyu en iyi bilen ise Allah’dır” diyerek görüş açıklamaktan sakınmıştır.

Allah (cc), İbrahim(as)’in; ”İhtiyar halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir. (İbrahim: 39) Ayet’i ile ilgili açıklmada “İsmail (a.s.) doğduğu zaman babası 99 yaşında idi. İshak (a.s.) doğduğunda da 112 yaşında idi. İshak peygamber, İsmail’den 13 sene sonra Sâre’den dünyaya gelmiştir. Vakfı Meali İbrahim: 39 ayet açıklaması) açıklamasına bakarak kurbanlığın İsmail olabileceğine dikkat çekmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim'in bu durumla ilgili; "(Bu sırada Hz. İbrahim’in) Karısı (orada) ayaktaydı, (misafirlerin Allah’ın peygamberine bir çocuğu olacağını söylediklerini duyunca şaşırdı ve) bunun üzerine gülmeye başladı. (Ardından) Biz ona İshak’ı, İshak’ın arkasından da Yakub’u müjdeledik. (Ahmet Akgül Meali: Hud: 71) haberinden sonra İshak ve Yakub ile igili olarak da “Ona (İbrahim'e), İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'ku- b'u lütfettik; herbirini sâlih insanlar yaptık.” (Diyanet Vakfı Meali Enbiya: 72) Beyanından İshak (as) ın fazladan bir bağış olmak üzere verildiği dua karşılığında verilenin ise İsmail (as) olduğu anlaşılmaktadır.

Tevrat’daki kurbanlığın İshak (as) olduğu ile il- gili ısrarın ise; “Yahudiler İshak (as)'ı körükörüne işe karıştırmışlardı. Çünkü o, onların atası idi. İsmail (as) ise Arapların ceddi idi bu yüzden onları kıskanıyorlardı. Böylece çocuk yaşta Rabbine itaat husunda canını seve seve veren kişinin (kurbanlığın) kendi ataları olduğunu gösterme çabası içine girmişlerdi. Ayrıca burada bir teslimiyet ve üstünlük söz konusu olduğundan, Tevrat yazarları bütün üstünlükleri kendi atalarına isnad etmeye çalışıyorlardı.” (Çeşitli Dinlerde ve İslamda kurban Prof dr Ahmet Güç. Shf 160-161 Alıntı İbn Kesir Tefsiri) ifadesinden Kur’an-ı Kerim'deki ehli kitab’ın peygamberimize ve Müslümanlara karşı olan tutumu dikkate alındığında Yahudilerin Hased ve kıskançlığından kaynaklanma şüphesini akla getirmektedir.

Sonuç olarak kurban edilmek istenenin; “akıllı ve iyi huylu ” olarak çevrilen “halim” sıfatının Kur’an-ı Kerim'de on bir ayette “Sabırlı, yapacağını aceleyle ve kızgınlıkla yapmayan” anlamında Allah’ın sıfatı olarak geçmesi. (Kura’n Yolu Cilt 4: Shf: 544). Sabrı, hilmi ve “İsmaili’de an gerçekten o sözüne sadıktı” (Meryem: 54) buyrukları dikkate alındığında kurban’ın İsmail (as) olma ihtimali daha mantıklı gelmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Kurbansınanmaktır.

Ancak her hediyenin, sevincin bir karşılığı olacaktı. İbrahim (as) Kur’an-ı Kerim'in ifadesi ile uyku halinde mi, uyku ile uyanıklık arası bir halde mi mahiyeti tam olarak izah edilemeyen bir zaman diliminde en sevdiği dua dua talep ettiği evladını kurban etmesini isteyen ilahi bir hitap ile karşılaştı.

İbrahim (as) çok düşünen, sabırlı, cömert, halim, cesur ulul-azim bir peygamberde bulunan bütün güzel erdemlere sahip idi. Bunu çocukluğundan itibaren babası ile olan mücadelesinde, kırdığı putlar ile ilgili olarak kavmine verdiği cevapta ve Rabbi ile ilgili diyaloglarında görmek mümkündür.

İbrahim (as) sahip olduğu bu değerlerin kendisinde kalıcı olduğunu ateşe atılırken ve son- rasında da ispat etmiş ve hiç tereddüt etmeden Allah için kendi canından geçebileceğini göstermiştir.

Allah için kendi canını verme konusunda hiç tereddüt etmeyen ve Allah’dan başka kimseye minnet etmeyen İbrahim(as)’in oğlunun kurban edilmesini isteyen hitap karşısında hitabı doğrulamak istediğini, kalbinin mutmain olmasını beklediğini görüyoruz.

Talep tekrarlanınca İbrahim(as)'in acısını kurbanlık ile paylaşmaktan başka caresinin kalma dığını görüyoruz. Ancak kurbanlık da babası gibidir. Emir Allah’dan ise emre uymakdan başka çare yoktur ve cevap gecikmez; “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.” demiştir.

İbrahim (as), kurbanlık Oğlu’nun kesilmek üze- re boynunu uzatması karşısında ne yaptı bilmiyoruz. İbrahim(as)’e acaba ateşe atılmak ile evladını boğazlamak imtihanı arasında hangisi daha zor diye sorsalardı ne derdi bilemiyoruz! Ama bir çoğumuzun sıradan bir hayvanı bile boğazlarken üzülüp ağladığı bir emir karşısında, İbrahim (as) ve kurbanlık oğul birbirlerine sarılıp ağlamışlar mıdır? (Tevrat’da birbirlerine sarılıp ağladıkları ifade edilmektedir) yoksa acılarını içlerine gömüp son defa birbirlerine bak- tıkdan sonra Allah emretti deyip soğuk kanlılıkla teslim mi olmuşlardır? Ancak kurbanlık oğulun ve İbrahim(as)'in bu imtihanı başarı ile verdiklerini ve sonunda Allah’ın kurbanlığın canına bedel olarak verilen iri bir kurbanlıkla ödüllendirdiğini, bunun ikisi için de bir bayram olduğunu biliyoruz.

Kur’an, İbrahim (as) ile İsmail(as)'in bu itaat ve sadakatlerini sonradan gelenler için güzel bir örnek olarak ifade ediyor. Hz. İbrahim ve evladının teslimiyeti hakkında çok şey söylemek mümkün.

Ancak Hz. İbrahim ve İsmail (as) örneğinden; peygamberlerin imtihanlarının çok ağır olduğu, onların insanlık için bir kurtuluş vesilesi, birer kurban oldukları, peygamberlerin insanları doğru yola ileten ve çağıran, usta birer öğretici olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Oğula karşılık verilen kurban

Razi “Alimler o oğulun yerine verilen kurban’ın koç’un ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bunun Hz. Adem (as) oğlu Hâbil’in kurban ola- rak Allah’a sunup Allah’ın kabul edip (göğe çekti- ği) koç olduğunu bazılarınında Cennete otlayan koçlardan olduğunu, Ayetteki “âzim (büyük) ke- limesinin bu kurbanın iriliğinden ve semizliğin- den dolayı bu adı aldığını ifade etmiştir.” (Me- fatihul Gayb’: cilt 18 shf 633-634) Oğula karşılık indirilen kurban islami kaynakların çoğunda ve Tevrat’da koç olarak ifade edilmişdir.

İki kurbanlığın oğlu Hz Muhammed.

Fahred’in Razi kurbanlığın (zebih) kim olduğu ile ilgili delillerden “İsmail (as) olduğunun delilleri” başlığı altındaki açıklamada Kütüb-i Sitte olarak adlandırılan hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamasına rağmen Hz. peygamberin hayatını anlatan siyer kitaplarının bazılarında ve bazı tefsir ve hadis kitaplarında (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut, 1988, c: 1 s: 199, Hadis no: 606) yer aldığı bildirilen bir alıntıdan bahisle;

“Hz.Peygamber (s.a.s) “ben iki kurbanlığın oğlu- yum” buyurduğunu, ve yine bir bedevinin pey- gamberimize hitaben “ey iki kurbanlığın oğlu” şeklinde hitap ettiğinde peygamberimizin te- bessüm ettiğini yazmaktadır.” (Mefatihul Gayb’: cilt 18 shf 626)

Razi devamında “Peygamberimize bu husus so- rulduğunda; Abdülmmutalib Zemzem kuyusunu kazarken “Şayet Allah benim bu işimi kolaylaştırırsa, çoçuklarımdan birini kurban edeceğim" diye Allah için bir adakta bulunur. Derken kesilmek için atılan kur’a neticesinde bu iş Abdullah’a (Hz peygamber (s.a.s) efendimizin babasına çıkar. Neticede Abdullah’n dayıları buna mani olmuş ve Abdülmuttalib’e (Bu işten dolayı) oğluna mukabil yüz deve fidye ver demişler, o da bunun üzerine yüz deve fidye vermiştir. İkinci kurbanlık şahıs ise İsmail (a.s)'dır” buyurmuş ve olayı anlatmıştır.” (Mefatihul Gayb’: cilt 18 shf 626)

Peygamberimizin ataları üzerinden geriye dönük bir tespit yapacak olursak insan kurban etmenin hala hafızalarda diri olduğu.

Ali Şeriati de insanlığın içine düştüğü bu duru- ma dikkat çekerek; “Habil’in Kabil tarafından öldürüldüğünü ve bir miktar çürük buğdayı Allah’ın huzuruna sunan Kabilin sağ kaldığını gö- rüyoruz. Maalesef biz hepimiz Kâbil’in çoçuklarından ve torunlarından gelmiş bulunuyoruz. Habil’in çocuk sahibi olduğunu sanmıyorum. Biz Kabilin çocuklarıyız. Yani biz insanlar Habil’e özgü hayat dönemini geçirmiş ve tamamlamış bulunuyoruz. Biz şimdi Kabil’e özgü bir dönemi yaşamaktayız” (İ.B Shf: 40) diyerek, Hased ve kıskançlık duygularından arınarak Rabbine yakınlaşmak isteyen, Allah rızası için öz nefislerini kurban etmeye hazır yeni Habil’lere, İbrahim ve İsmail’lere ihtiyaç olduğunu söylemektedir.

Kurban Hac İbadet’i İlişkisi

Hac kelimesi İbrânîce’de“hag” şeklindedir; “bayram” anlamına gelen bu kelime “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” mânasındaki“hvg” kökünden türemiştir.” (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 14 Shf: 382)

Kurban gibi Alllah’a kulluk bilincinin oluşma- sında Hac’ın önemi büyüktür. Hac da kurban gibi insanlığın tarihi ile başlamıştır desek yanılmış olmayız. “İslâmî kaynaklara göre hac’ın Hz. Âdem dönemine kadar uzanan bir geçmişi vardır.” (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 14 Shf: 386)

Ansiklopedilerde Hac edilen mekanlar; ”Haccın temelinde ulûhiyyetin herhangi bir yerde tecellisi inancı yatmaktadır.” Kutsal mekân insan tarafından seçilmiş değil keşfedilmiştir..” (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 14 Shf: 382) Şeklinde açıklanmaktadır. Konumuz Hac’ın tarihsel arka planı olmadığından bu yazımızda, Yahudilerin, Hristiyanların diğer dinlerde Hac ve Hac yerleri ile şekillerine girilmeyecek, İslamda Hac bağlamında kutsal mekan olarak kabe tarihine kısaca değinilecektir.

İlk ev ilk mabed Kâbe

Kur’an, bize insanlığın tarihinden bahsederken insanın atalarının bir olduğunu, ilk insanlar Adem (as) ve Havva annemizin yer yüzünde müslümanlar olarak yaşamaya başladığını, çoçuklarına da islamı öğrettiklerini ifade etmektedir.

Kur’an, peygamberlerin tamamının, tevhid inancını anlatmak üzere gönderildiklerini, insanların şirke düşmemeleri için her birinin hayatlarını bu uğurda tükettiklerini anlatmaktadır. Kabe deyince de ilk akla gelen ilk insan ilk peygamber Adem (as) ve onun çocukları gelmektedir.

”Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir. (Al’i İmran 3/96) Kur’an-ı Kerim'in bu açıklamasından ilk ibadet evinin Mekke’de Kâbe olduğu, ancak buranın kimin tarafından ve nasıl kurulduğu açıklanmamaktadır.

Allah için yapılan bu ilk tarihi yapı hakkında kaynaklarda, çok mübalağalı İsrailiyat kaynaklı bilgilere rastlandığı gibi Adem(as)'in oğlu Şit (as) ile birlikte yaptığını belirten ifadelere de rastlanmaktadır. İnsanların ibadet etmesi için kurulduğu bildirilen bu evin, daha sonra mahiyetini bilemediğimiz bir şekilde kaybolduğu, Allah’ın emri ve yardımı ile Hz. İbrahim ve oğlu İsmail(as)’in birlikte çalışması sonucu yeniden inşa edildiği anlaşılmaktadır.

İbrahim(as)'in Kâbe’nin yerini bulması ve yeniden inşaası.

İbrahim (as) zamanında Kâbenin yerinin belli olup olmadığı hakkında Kur’an-ı Kerim'de bir açıklama yok. Ancak; (İbrahim;) “Rabbimiz gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını (Hz. İsmail’i ve annesi Hacer’i) Beyt-i Haram (Kutsal Ev’in-Kâbe’nin) yanında, ekini olmayan (ıssız ve çorak) bir vadiye yerleştirdim; (ki Mekke’yi kutlu yerleşim alanı yapsınlar...) Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar (ve devamlı ihtiyaç duyup Sana yalvarsınlar) diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara (ve mübarek topraklara) ilgi duyar kıl ve onları (dünyanın her tarafında yetişen çeşitli) ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler.” (Abdullah Ahmet Akgül Meali İbrahim 14/37) Bu ayetin metnin- den İbrahim(as)'in eşimi ve çoçuklarımı Beyt’i Haram’ın yakınına yerleştirdim ifadesinden o tarihte Kâbe’nin yerini bildiği veya gösterildiği anlaşılmaktadır.

Ayetin metnindeki "Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar" ve "insanların bir kısmının kalplerini onlara (ve mübarek topraklara) ilgi duyar kıl" ifadesinden Mekke’nin o tarihte tarıma müsait olmadığı ancak sınırlı da olsa insanların uğrak yeri olduğu anlaşılmaktadır. Ayetin açıklaması ile ilgili yapılan yeni yorumlar da bu doğrultudadır.

Kur’an-ı Kerim'in “Hani o vakit Beyt’i (Kâbe’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri haline getirdik. "İbrahim’in makamını namaz yeri edinin" (diye emretmiş), İbrahim ve İsmail’e de; “tavaf edenler, itikâfa çekilenler ve rükû ve secde edenler için Evimi temizleyin (Beytullah’ı iba- det ve ziyaret için uygun hale getirin)" diye ahit verip tavsiye etmiştik. (Bakara 2/125) “Emri İbrahim (as) geldiğinde “İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla, bilensin” (Bakara 2/127). İfadesinden İbrahim (as) ve İsmail(as)'in dualar eşliğinde Kâbe’nin inşaasına başladıkları anlaşılmaktadır.

Çölün ortasında böyle bir beyt’e (Allah’ın evine) insanların rağbetinden endişe edilmiş olmalı ki “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” (Bakara 2/126) diyerek dua edilmiş. “Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım.” (Bakara 2/126) Diyerek onların duasına icabet etmiştir.

Kâbe’nin kutsiyeti

Kur’an-ı Kerim'de; ”Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin Haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.). (Al’i İmran 3/97) Allah (cc), İbrahim(as)'in duasını kabul ettiğini, Makam’ı İbrahim'den bahisle onun bu hizmeti-nin kalıcı ve şerefli bir hizmet haline getirdiğini bildirmiştir. Allah’a şükürler olsun ki bu necip millet İslam ile şereflendikten sonra gerek, “Sürre Alayları” ile gerekse Kâbe ve diğer kutsal mekanların bakım ve onarımında gereken hassasiyet ve fedakarlığı yaparak, oranın şerefine, beldenin kudsiyetine gerekli saygıyı göstermiştir. Müslümanların yüzlerce yıl güven içinde Hac ibadetini rahatlıkla yapabilmesi için beldenin her türlü güvenlik ve diğer ihtiyaçları karşılanmıştır. İbrahim(as)’in ve oğlu İsmail(as)’in Beytullah’ı yeniden inşa etmesinden sonra Allah; “İnsanlara Hac ibadetini duyur, gerek yaya olarak gerekse yorgun argın develer üzerinde uzak yollardan gelerek sana ulaşsınlar. (el-Hac 22/27) emri üzerine İbrahim(as)'in Mekkede’ki en yüksek tepeye Ebu Kubeys dağına çıkarak İnsanları ”Ey İnsanlar Beytullah’ı Tavaf ve Ziyaret etmeniziRabbiniz size farz kıldı Rabbinizin davetine icabet ediniz diye seslendiği” (M.A.Köksal İslam Tarihi Cilt 1 Shf: 26) ve bu davetin bütün insanlara duyurulduğu. İnsanların da bu davete; “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk/Buyur Allah’ım Buyur Emrine amadeyim” nidaları ile icabet ettikleri bildirilmiştir (M.A.Köksal İslam Tarihi Cilt 1 Shf: 26).

Kâbe’yi ziyaret, haram aylar (Zilkâde, Zilhic- ce, Muharrem, Receb) ve kurban ile beraberce anılarak: “Allah; Ka’be’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, Hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar (ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini ve Allah’ın (zaten) her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir. (Maide 97) ”Hac ve kurban ibadetini insanların dünyaları ve ahiretleri için kurtuluş vesilesi kıldığını ifade etmiştir. Kabe, müslüman olan herkesin eşit haklara sahip olduğu bir mekandır. Allah bu durumu “Şüphesiz, kâfir olup (insanları) Allah’ın yolundan menederek (saptıranlar) ve (Mekke’de oturan) yerlilerle (Hac ve Umre ziyaretlerine) dışarıdan gelen bütün insanlar için, aynı kutsallıkta (haram ve kıble) kıldığımız Mescid-i Haram’dan (Müslümanları) alıkoyanlar, (bilsinler ki) kim orada haddi aşıp zulmederek zorbalık yapmak isterse, ona acı bir azap tattıracağımız (kesindir).” (Hac 22/25) İfadesi ile beyan etmiştir. Kaynaklarda İbrahim(as)’in; “Hac’ın menâsikini tesbit ederek Kâbe’nin her yıl ziyaret edilmesini sağladığı ve oğlu Hz. İsmâil’i orada bırakıp Filistin’e döndüğü, O tarihten sonra gelen peygamberler ve ümmetlerin de Kâbe’yi ziyaret ettikleri yazılmaktadır. (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 14 Shf: 386).

Peygamberimiz zamanında Hac ibadeti.

Peygamberimizden önce de Kabe, kutsal bir mekan olarak Hac’ın konusu olmuştur kaynaklarda “İslâm’ın doğuşu (Peygamberimiz dö- neminde) sırasında Kâbe’yi tavaf, umre, Arafat ve Müzdelife’de vakfe, kurban kesme gibi âdetler devam ettirilmekte, Hac putperest gelenekleriyle birlikte sürdürülmekteydi. Umre, nesî’ yoluyla hurma mevsimine rast getirilen receb ayında yapılır, Kâbe’nin ziyaret edilmesi ve Safâ ile Merve arasında yedi defa koşulması ile tamamlanırdı. (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 14 Shf: 386).

Kur’an-ı Kerim, cahiliye dönemi müşrikleri- nin Hac’ını anlatırken; “duaları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. (Enfal: 35), Müşriklerin atalarını övmesini kınayarak; “Hac menâsikini bitirince atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta ondan daha fazla Allah’ı zikredin” (el-Bakara 2/200) diyerek övülmeye layık olanın sadece Allah olduğuna dikkat çekmiştir.

Meşakkatli ve fedakarlık gerektiren bir ibadet olan Hac, Mekke halkı için büyük bir ehemmiyete sahipti. Bu nedenle Mekke’de Allah’ın misafiri olarak bulunan hacılara su (sikaye) ve yemek ikram etme (rifade) hizmeti çok eski devirlerden beri devam ediyordu. Öyle ki câhiliye döneminde bu iş şeref kazanmak isteyen zenginler arasında yarışa dönüşürdü. Kaynaklar, peygamberimizin dedelerinin de bu işi üstlendiğini, hatta “İslâmiyet’in zuhuru sırasında sikāye ve rifâde işini Ebû Tâlib (in) yürüttüğünü, ancak daha sonra malî durumu bozulduğu için küçük kardeşi Abbas’a bıraktığını. Abbas’ın da bu görevi Mekke’nin fethine kadar kesintisiz sürdürdüğü. Fethin arkasından Resûl-i Ekrem’in kısa bir süre için sikāye ve rifâdeyi ondan aldıysa da daha sonra yine kendisine verdiği ifade edilmektedir.”. (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 14 Shf: 386). Peygamberimizin Mekke’nin fethinden sonra 631 yılında Tebük seferi sonrası Hac yapmak istediği, ancak “Beytullah'ta müşrikler bulunacaklar ve onu çırılçıplak tavaf edecekler! Bu hal ortadan kalkmadıkça, ben Hacetmek istemem!" (M.A.Köksal İslam Tarihi 9. Yıl Haccı) diyerek vazgeçtiği bilinmektedir. Peygamberimizin fetih sonrası yapılan bu ilk Hac’a katılmadığı, ancak kendisi adına kesilmek üzere 20 deveyi işaretledikten sonra Hac Âmiri (emini) olarak görevlendirdiği Hz. Ebu Bekir’e teslim ettiği, Ebu Bekir’in o sene 300 müslüman ile birlikte Hac’a gittiğini öğrenmekteyiz. Hz. Ebu Bekir’in Hac’a gidişinden sonra Berâe (Tevbe) suresinin nazil olması üzerine, Resulullah (sas) Hz. Ali’yi yanına çağırarak Berâe su- resinin başından 40 Ayete kadar olan kısmını kendisine yazılı olarak verdikten sonra onu Hac sırasında tebliğ etmek üzere Mekke’ye görevlendirmiştir. Kaynaklar, bu görevlendirme ile ilgili olarak Zeyd b.Üsey ile Hz Ali arasında geçen bir diyaloğu yazmaktadır.

Zeyd b. Üsey' "Alib.EbuTalib'e:
'Sen Mekke'ye hangi şeyle (direktifle) gönderildin?' diye sordum.
'Şu dört şeyi tebliğ etmekle gönderildim:
Cennete ancak Müslüman olan kişi girecektir!
Çıplak (kişi) Beytullah'ı tavaf etmeyecektir,
Bu yıldan sonra, Müslümanlar ve müşrikler bir araya gelmeyeceklerdir.
Her kim ki kendisiyle peygamber Aleyhisselam arasında ahid vardır, onun ahdi müddetine kadar muteberdir ve müddeti olmayanların müddeti dört aydır demiştir.” (M.A.Köksal İslam Tarihi 9. Yıl Haccı)
Hz. Ebu Bekir de Hz. Ali ile konuşmuş, kendisinin ne ile, ne için gönderildiğini sorduktan sonra Berâe suresini tebliğ etmek üzere geldiğini öğrenince Hac mahallerinde Hz. Ali (ra) çağırarak peygamberimizin Berâe suresinden okunmasını istediği ayetleri okutarak, görevin yerine getirilmesini sağlamıştır.
Mekke’nin Fethinden sonra Kâbe’nin içinde ve etrafında yer alan putlarla birlikte Hz. İbrâhim’in tebliğ ettiği Hac ibadetinde bulunmayan şirk unsurları da tamamen temizlenmiş, Hz Ali (ra) bu son tebliğ ile de Kabe’nin mahremiyetine gölge düşürecek bütün cahiliye adetleri kaldırılmıştır.

Hac ne zaman farz kılındı?

“Haccın, muhtemelen Hz. İbrâhim’den beri yerine getirilen bir ibadet olması dolayısıyla müslümanlara ne zaman farz kılındığı konusunda görüş birliğine varılamamıştır. Kaynaklarda hicretin 5, 6, 7, 8, 9 ve 10. yıllarının ileri sürüldüğü görülür. Kurtubî, bunun 5. yılda vuku bulduğuna dair bir rivayeti kaydettikten sonra 9. yılı benimseyen âlimlerin görüşlerine katılmıştır. Câbir b. Abdullah tarafından nakledilen ve Hz. peygamber’in üç defa Hac yaptığını, ikisinin hicretten önce, birinin hicretten sonra olduğunu haber veren hadise (Tirmizî, “Ḥac”, 6) dayanarak Haccın hicretten önce farz kılındığını savunanlar da olmuştur. (TDV İslam Ansiklopedisi Cilt 14 Shf: 386)

Hac’ın kurban ile ilişkisi ve Fert üzerindeki etkileri.

Hac ibadeti ve kurban maddi bir fedakarlık gerektirdiği gibi dikkat ve titizlik gerektiren bir ibadettir. Kur’an bu durumu; “Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin.” (el-Hac 22/28) buyruğu ile, Allah için yapılan bu Hac ziyaretinin ve kesilen kurbanların maddi ve manevi faydalarına dikkat çekilmiştir.
Kur’an; “insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Bakara 2/199) ifadesi ile Hac’ın bir bağışlanma ve arınma, ahlakta olgunlaşma vesilesi olduğunu belirterek, müslümanları Hac’a teşvik etmişdir.
Ali Şeriati Hac’ı anlatırken müslümanların daha Mikat’da bir araya geldiklerinde “bütün bu alametler (Kişinin dünyevi olarak sahip olduğu ünvanlar, sosyal statüler ile kişinin üzerindeki elbiseye, hatta kendisine verilmiş olan isimlere kadar) atılır herkes yan yana eşit olarak dizilmiş ve benzer şartlara sahip fertlere dönüşür” (İ.B.Shf: 53) diyerek Hac’ın ve Kabe’ye yakınlaşmanın Ferd’i tek bir Ademe veya benzer fertlere dönüşmüş tek bir ümmet haline getirdiğini ifade etmektedir.
Şeriati devamla “Orada İbrahim kıssasının bu anısında bu evin etrafında Allah ve İbrahim ile buluşmanın hatırasında tazyikli ve coşkulu bir girdap hareket halindedir.Bu girdapta fert yokturben onun içinde erimiştir. (İ.B.Shf: 53) Sanki Kabe’nin etrafındaki tavaf bir kabın içindekilerin blender’ın parçalayıcısı ile parçlanarak tek bir renge ve tek bir tada dönüşen bir sıvı gibi Müslümanların da tavafda kendisi ile ilgili olabilecek her türlü kötü alışkanlık duygu ve dü- şünceden arınarak ümmet bilinci içerisinde Alllah’ın boyası ile boyanmış, Rablerine iltica eden fertler haline geldiği ifade edilmektedir

Hac’da; Arafatta’ki vakfe acziyetin ve muhtaçlığın itirafı, safa ile merve arasındaki say sanki kaybettiğimizi aramak için kulun gayretini ifade ederken, Kabe’nin etrafındaki Tavaf Allaha olan bağlılığın ve teslimiyetin, Allah’ın kudret, azamet ve gücünün itirafı, her Hacı’nın saçlarından bir kısmını kesmesi veya traş olması ise, Allah için kurban edilmeye hazır olan nefislerinden vazgeçme, temizlenme ve itaatin karşılığı gibidir.
Velhasıl Hac, kulun kendisine ulaşan ve ulaşacak nimetler ile ondan gelen her türlü sıkıntıya Rab’ine karşı gösterilebilecek olan hamd ve şükrün sabrın açık olarak ifadesi, ilanıdır. Kabe, İbrahim(as)’in oğlu İsmail(as)’in kurban karşılığında bağışlandığı yerdir. Kabe bu bağış’ın Hac ile sevince, bayrama dönüştüğü yerdir. Kabe, bütün müslümanların benlerini bırakarak tek bir ümmet haline dönüştükleri yerdir. Ümmeti Muhammed’in, Rab’lerine bağlılıklarını, şükürlerini açık bir şekilde ifade ettikleri, onu en güzel bir şekilde hamd ederek övdükleri övebilecekleri yerdir.
Hac, bugün İslam aleminde ümmet bilincinin oluşması, müslümanların birbirini anlayarak aradaki ünsiyetin artması ve problemlerinin çözümü için kolaylaştırılması ve yerine getirilmesi için teşviki gereken en önemli ibadetlerden biri olarak gözükmektedir. Yazımızı HAN Vakfı'nın kurucusu merhum Hafız Abdullah Nazırlı’nın şu beyitleri ile bitirelim.

Hak nasip etse de gitsem Mekke'ye
Dursam da ağlasam Kâbe'ye karşı.
Doyunca yüzümü sürsem Kâbe'ye
Sürsem de ağlasam Kâbe'ye karşı.

O güzel Kabe'yi tavaf eylesem
Hacer’i Esved’e yüzümü sürsem
Mübarek zemzemi doyunca içsem
İçsem de ağlasam Kâbe'ye karşı.

Çıksam Arafat’a rahmete batsam.
Meş’ar’ı Haram’a gitsem de yatsam
Mina'da Şeytan’a taşları atsam
Ağlasam da ağlasam Kâbe'ye karşı.

(H.A.N. Divanı Shf: 228 4 Haziran 2022 Ankara