İlahi Aşkın Sesi Dergisi
Erdoğan TOZOĞLU

Neoklasik Dönemin En Önemli İki İsmi Hafız Saadettin KAYNAK ve Prof. Dr. Alâeddin YAVAŞCA

Takdim

Abdülkadir Meragi’den Hacı Arif Bey’e uzanan Türk Müziği yolculuğu Çumhuriyet dönemine gelindiğinde en önemli kilometre taşı olan Hafız Saadettin KAYNAK ile zirveye ulaşır… Bu ekolün en bilindik temsilcisi benim de kompozisyon hocam olan Prof. Dr. Alâeddin YAVAŞÇA ile birlikte Türk Müziği milletinin en mühim kültür ve san’at kolu halini alır.. Bu tarihin önemli bir zaman dilimini yaşamış olmaktan onur ve gurur duyuyorum.

İnternette bir arama motoruna “Alaeddin YAVAŞCA” yazdığınızda karşınıza çıkacak elbette pek çok bilgi var. Ben bendeki hatıralarımı paylaşmak arzusundayım…

Mesela Hafız Saadettin KAYNAK eserleri önceleri radyoya sokulmamıştır… Hatta şimdiki tabirle Arabesk bulunmuştur… Bu engeli ilk aşan kişi öğrencisi Alaeddin YAVAŞCA’dır.

Bütün zihnimi alt üst eden bir hatırası vardır ki mûsıkî tarihçileri bu hususta ikiye bölünmüştür. “Ziya Hurşit mi, Dr. Nazım mı?”

“Bu imtidadıcevre ki bahtın şitabı var.”

Doğrusu bu hatıralardan önce hocamın hayatını olabildiğince kısa olarak buraya almak durumundayım.

PROF. DR.ALÂEDDİN YAVAŞCA

Prof. Dr. Alâeddin YAVAŞCA, Süleyman Çelebi’nin tanzim ettiği Vakıfnâmesi bulunan bir ailenin mensubu olarak, 1 Mart 1926’da Kilis’te doğdu. Babası Kilisli Şair Yavaşca Zade Sezai Efendi’nin oğlu Hacı Cemil Efendi, Annesi Kınoğlu Kadri Efendi’nin kızı Enver Hanım’dır.

Prof. Dr. Alâeddin YAVAŞCA, Kilis Kemaliye İlkokulu ve Kilis Ortaokulu’nu bitirdikten sonra lise birinci sınıfı yatılı olarak Konya Lisesi’nde başlayıp, 2 ve 3. Sınıfları İstanbul Erkek Lisesi’nde birincilikle tamamlayıp 1945’te mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’ne giriş imtihanını kazanarak Tıp Fakültesine başladı.

1951 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi ve Haseki Hastanesi 1. Kadın Doğum Mütehassısı olarak mesleki görevine başladı. 1985 yılından başlayarak, hekimlik görevini bıraktığı 1990 yılına kadar Haseki Hastanesi Başhekimliğini yaptı.

Prof. Dr. Alâeddin YAVAŞCA’nın mûsıkî hayatı, daha 8 yaşındayken Batı mûsıkîsi keman dersleri ile başlamıştır. İstanbul’a gittikten sonra, Sadettin KAYNAK, Münir Nurettin SELÇUK, Suphi EZGI, Hüseyin Sadeddin AREL, Zeki Arif ATAERGİN, Nuri Halil POYRAZ, Refik FERSAN, Mesut CEMİL, Ekrem KARADENİZ, Süleyman ERGUNER, Dr. Selahaddin TANUR gibi üstatlardan istifadeler sağlamış, İstanbul Belediye Konservatuvarı İleri Türk Müziği Konservatuvarı, İstanbul Üniversitesi Korosu gibi kuruluşlarda icra kabiliyetini ve mûsıkî bilgisini geliştirdikten sonra 1950 yılında açılan imtihanı kazanarak İstanbul Radyosunda solist icracı olmuş, zamanla Türkiye Radyolarında ve TRT bünyesinde Danışma, Denetleme ve Repertuvar kurullarında önemli görevler almış, 1967’den bu yana solistliği yanında koro yöneticiliği de yapmıştır.

Türk Mûsıkîsi’nde, Devlete bağlı ilk konservatuvarın kurucuları arasında yer almış, 1976’dan itibaren Türk Mûsıkîsi Devlet Konservatuvarı’nın Yönetim Kurulunda ve öğretim kadrosunda çalışmıştır. Konservatuvar, YÖK (Yükseköğretim Kurulu) yasasıyla İstanbul Teknik Üniversitesine bağlandıktan sonra 1990›da İTÜ Türk Mûsıkîsi Devlet Konservatuvarı Profesörlüğüne atanmış ve Ses Eğitimi Bölüm Başkanlığı’na getirilmiştir. Onur AKAY, Bekir ÜNLÜATAER ve Umut AKYÜREK gibi genç neslin başarılı Türk sanat müziği sanatçılarının da hocasıdır.

İcracılığı yanında 140 civarında beste, semai, şarkı, çocuk şarkıları, çeşitli saz eserleri (peşrev, saz semai, medhal, etüd), dîni sahada da mevlevi ayini ve ilâhi formunda besteleri vardır.

*** 1950’li yıllardan bu yana yurt içi ve yurt dışı birçok konserler vermiştir. Yurt dışı konserler için iki defa Amerika Birleşik Devletleri’ne davet edilmiş ve 5 konser vermiştir. 1988 yılında BBC’nin, Londra Queen Elizabeth Hall’da tertiplediği ‘Müzik Festivali’ne davet edilmiş, orada da 3 konser, ayrıca Almanya’da Berlin, Köln, Hamburg ve Aachen’de muhtelif konserler vermiştir.

Dr. Alâeddin YAVAŞCA’nın bir uzun çaları (LP), 25 adet 78’lik plağı, 15 adet 45’lik plağı mevcuttur.

Kendisine 1991 yılında ‘Devlet Sanatçısı’ unvanı verildi. Ayten YAVAŞCA ile evlidir. Sanatçının adı 2018 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbul Boğazı’nda sefer yapan vapura verilmiştir. Prof. Dr. Alaeddin YAVAŞCA Vapuru İstanbul boğaz hattında seferlerine devam etmektedir.[4] Ayrıca YAVAŞCA’nın Kilis’te doğup büyüdüğü tarihi ev, “Alaeddin YAVAŞCA Müze Evi» adı ile müzeye dönüştürülmüştür.

Rahatsızlandığı 2017 yılına kadar Haliç Üniversitesi Konservatuvarı’nda öğretim üyesi olarak ders vermiştir.

23 Aralık 2021 Perşembe günü tedavi gördüğü Koç Hastanesi’nde hayatını kaybetmiştir. 25 Aralık 2021 Cumartesi günü Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenin ardından Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazına müteakiben Beşiktaş’taki Yahya Efendi Haziresi’ne defnedilmiştir.

Bir Yasağın Delinişi Bu İmtidâd-ı Cevre Kim Bahtın Şitâbı Var

Bu eser bir yasak şarkıdır. Bir dönem Türk müziği yani hem SanatMüziği ve hemde TürkHalk müziği yasaklanmıştır. Bazı şarkılar ise özel olarak yasak edilmişti. Bu yasaklardan birinin ve delinişinin hikâyesini Beşir Ayvazoğlu şöyle anlatmış:

“İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun konserlerini takip edenler, seyirciye göre sahnenin solunda yıllardan beri viyolonsel çalan, gür beyaz saçlı ve kalın gözlüklü müzisyeni çok iyi tanırlar. Adı Fırat KIZILTUĞ’dur; Türk mûsıkîsinebatı mûsıkîsindengeçen, dolayısıyla iki mûsıkîsyide çok iyi bilen bu değerli müzisyen, aynı zamanda lâvta çalar, bestekâr, şair ve yazardır. Güzel mûsıkî hikâyeleri ve anekdotları anlattığı Dildeste adlı sevimli kitabı Ötüken neşriyat tarafından yayımlandı.

Fırat Bey’in bu yazının yazılmasına da vesile bir özelliği daha vardır: Hoş sohbettir. Ne zaman karşılaşsak tatlı bir sohbete dalarız ve kendisinden mutlaka bir şeyler öğrenirim. Geçenlerde Türk Edebiyatı Vakfı’nda karşılaştık, söz dönüp dolaştı ve nasılsa –galiba Demokrat Parti’nin kuruluş yıldönümü olduğu için– merhum Adnan MENDERES’in Türk Mûsıkîsiyle ilişkisine geldi ve tabii Lemi ATLI’nın meşhur uşşak şarkısının nasıl yasaklandığına ve daha sonra bu yasağın menderes tarafından nasıl kaldırıldığına…

Şarkının sözleri şöyledir: Buimtidâd-ı cevre kim bahtın şitâbı var Mihnet-medâr olan feleğe intisâbı var Eylernesîm-i subhu bize gird-bâd-ı gam Burûzgâr-ı bî-mededin inkılâbı var. Günümüz diline uyarlayalım: “Bahtım, bu durmadan uzayıp giden eziyetlere, haksızlıklara, çilelere doğru koşmakta. Dertlere gebe olan feleğe ise bahtımın intisabı* var. Sabahın hoş esintisi bile bana gam, keder sıkıntı getirir. Bir gün tersine de döner bu amansız esen rüzgar..”

Fırat bey, bu şarkıyı ilk defa 1950’lerin başında radyoda Alâeddin YAVAŞCA’dan dinleyince şaşırdığını söyledi. Çünkü babasından bu şarkının yasak olduğuna dair bir rivayet duymuş. “Oğlum, demiş babası, Lemi ATLI’nın şarkısını Ziya Hurşit idam sehpasında söylemiş. Atatürk’e bundan bahsetmişler, üzülmüş ve şarkıyı duymak istememiş. O günden beri yasak!”

Alâeddin YAVAŞCA bu hadiseyi yıllar önce biraz farklı anlatmıştı. Çok etkilenmiş ve duygularımı galiba yine okuyucularımla paylaşmıştım. Merhum Adnan MENDERES’in nezaketi, ahlâkı ve karakteri hakkında da önemli ipuçları taşıdığı için aynı hikâyeyi izninizle bir daha anlatmak istiyorum:Yıl 1952 veya 1953. Halk Partisi’nden bir hanım Milletvekili Demokrat Parti’ye geçmek istemektedir; TBMM kürsüsünde etkileyici konuşmalarıyla tanınan, aktif, becerikli bir hanım… Bunun için vaktiyle babasının yakın dostlarından olan Refik Koraltan’a aracı olması 54 için ricada bulunur ve Ziraat Bankası Genel MüİLÂHİ AŞKIN SESİ dürü Mithat DÜLGER’in Kalender’deki büyük evinde yemekli bir toplantı düzenlenir. Refik KORALTAN, bu toplantıda eşi Mukbile Hanım’ın akrabalarından Alâeddin YAVAŞCA’nın da küçük bir konser vermesini istemiştir. Toplantı günü gelir çatar. Uzun yemek masasının etrafında kimler yoktur ki! Celâl Bayar, Adnan MENDERES, Fuat KÖPRÜLÜ, Refik KORALTAN, yani dört kurucu ve önde gelen bakanlar, milletvekilleri… Hepsi de hanımlarıyla gelmişler.

Toplantıda, önce Demokrat Parti’ye geçmek isteyen hanım milletvekili söz alır ve özetle şunları söyler: “Bir insan, ne yaparsa gençliğinde yapar. Ama benim partim maalesef muhalefete düştü. Üstelik şu anda muhalefeti bile yapabilecek güçte değildir. Ben bu aktif dönemimde, aktif olan bir partide çalışmak, enerjimi Demokrat Parti saflarında harcamak istiyorum.”

Ardından Refik KORALTAN, halk partili hanım milletvekilini öven ve partilerine katılma talebini memnuniyetle karşıladıklarını ifade eden bir konuşma yapar. Cumhurbaşkanı Celâl BAYAR ve Dışişleri Bakanı Fuat KÖPRÜLÜ de yaptıkları konuşmalarda KORALTAN’a katıldıklarını ifade ederler. Sonra sözü Adnan MENDERES alır ve der ki: “Ağabeylerimin fikirleri benim için muhteremdir. Fakat demokrasi tek ayak üzerinde duran bir rejim değildir, iki ayak üzerinde durmaya mecburdur: iktidar ve muhalefet. Büyük bir şanssızlık eseri olarak muhalefet ayağı zayıf kalmıştır. Halbuki takip ve murakabe edecek, iktidar olarak yanlış iş yaparsak bizi uyaracak bir muhalefet lazımdır. Şimdi benim gönlüm, bu çok değerli ve cerbezeli politikacı hanımefendinin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmiş Demokrat Parti’de değil, zayıf düşmüş olan kendi partisinde görev yaparak bizim karşımıza çıkmasını, bizi hiç çekinmeden enine boyuna tenkit etmesini arzu ediyoruz. Bilmem yanılıyor muyum?”

MENDERES, her zaman olduğu gibi, o kadar güzel etkili konuşmuştur ki, diğerleri de ister istemez onun fikrine iştirak ederler. Hanım milletvekilinin teşebbüsü böylece suya düşer.

Sıra mûsıkîye gelmiştir. Alâeddin YAVAŞCA, birkaç eser okuduktan sonra MENDERES’in kalktığını görür ve fena halde alınarak “Hiç konserin yarısında kalkılır mı, sevmiyorsan mûsıkî istemeseydin?” diye geçirir içinden. Fakat tam o sırada kulağında birinin nefesini hisseder ve bir fısıltı: “Sayın doktor, acaba repertuvarınızda ‘Bu imtidâd–ı cevre kim bahtın şitâbı var’ şarkısı var mı?”

Alâeddin Bey’i dinleyelim: “Dönüp baktım ki Adnan MENDERES. Meğerse arkadan dolaşmış. ‘Var efendim’ dedim. ‘Lütfen okur musun, rica edeceğim.’ dedi. ‘Hay hay efendim’ dedim. Gitti, yerine oturdu ve bu sefer aynı şarkıyı yüksek sesle istedi. Düşününüz, bir sanatkârı, istediği şarkının repertuvarında bulunmaması ihtimalini düşünerek, kalabalık önünde küçük düşürmemek için gelip önce kulağına fısıldıyor. Varsa isteyecek! Ne büyük incelik! Doğrusu içimden geçirdiklerimden utandım.”

Adnan MENDERES’in söz konusu şarkıyı istemesi sebepsiz değildir. Akrabasından Dr. Nâzım, İzmir suikastına karıştığı iddiasıyla İstiklâl Mahkemesi tarafından idama mahkum edildikten sonra, mutad olduğu üzere, son arzusu sorulur. Ünlü ittihatçı der ki: “GidinPaşa’ya söyleyin, ‘Bu rüzgâr–i bî–mededininkilâbı var.’”

Bu, söz konusu uşşak şarkının dördüncü misrasıdır. Dr. Nâzım’la ilgili idam kararı, Atatürk’e Marmara Köşkü’nde imzalatılır, bir balo sırasında. Refik KORALTAN’ın YAVAŞCA’ya anlattığına göre, rengi sararan Atatürk kalemi elinden atar. İsmet Paşa’nın** “Paşam zaaf göstermeyin!” ihtarı üzerine kararı istemeyerek imzalarken, Dr. Nâzım’ın son arzusunun ne olduğunu sorar.

Söylediklerini aynen naklederler. Bunun üzerine, üzüntülü bir sesle “kaldırın bu şarkıyı!” deyiverir. Şarkı repertuvardan çıkarılıp yasaklanır.

Lemi ATLI’nın uşşak şarkısı üzerindeki yasak Kalender’de yapılan o yemekli toplantıya kadar devam edecektir.

MENDERES, Alâeddin YAVAŞCA’ya aynı şarkıyı bir defa daha okuttuktan sonra, “Çok rica ederim doktor, bunu bir radyo emisyonunuzda okuyunuz ve okuyacağınız zamanı bana da bildiriniz!” der.

YAVAŞCA, Lemi ATLI şarkısını, radyoda, bir öğle yayını için repertuvarına alır ve bunu Adnan MENDERES’e de bildirir. Yayın biter bitmez YAVAŞCA’yı arayan Başbakan, heyecanlı bir sesle şunları söyleyecektir: “Ağzınıza sağlık aziz doktor, çok memnun ve mahzuz oldum. Çok rica ediyorum, arkadaşlarınıza da eğer kendilerinde yoksa notalarını veriniz, repertuvarlarına alsınlar!”

Lemi ATLI’nın şarkısı üzerindeki yasak böylece kalkar kalkmasına, ama “rûzgâr–ı bî–meded”, bir gün bir “inkılab”la MENDERES’i vurur.

Şimdi, her dinleyişte içimizi burkan bu dokunaklı şarkıyı idam sehpasında söyleyen Ziya Hurşit miydi, Dr. Nâzım mı? “Ne fark eder ki?” diyebilirsiniz, haklısınız.

Şarkıların hikayeleri

Hocamı pek çok kez konuk ederek onun eserlerini onun huzurunda halka sundum. Fakat sonuncusu çok duygu dolu hatıralarımın baş köşesindedir.

Hocamda böbrek yetmezliği ve alzheimer başlamıştı… Eserlerin sözlerini unutuyordu. Bu sebeple büyük harflerle sadece sözleri yazarak uygun bir şekilde görmesini sağlıyorduk. Bu hadisenin sevenlerini çok üzeceğini bildiğim için 30 eserini öğrencilerime okutmaya karar verdim.

Tarih 28 Ekim 2016 – Yer Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Merkezi. Konseri tiyatral bir sunumla sahnelemek istedim. Sahneye birkaç koltuk koyarak oturma odası haline getirdik. Hocamı kulisten alıp sahneye getirdim. Halkı selamladık. Salon hıncahınç dolu yüzlerce kişi ayakta kalmış. Seyircileri sağdan sola süzdükten sonra beni göstererek: “ Bu delioğlanın aklına uyup da mı geldiniz?” diye sorunca salon alkıştan yıkıldı.. Eşi Ayten hanımla birlikte sahnedeki yerlerine aldım.

Her şarkıdan önce eşi Ayten hanım o eserin öyküsünü anlattı hocam da bazen eksiklerini tamamladı. Konsere sanat ve siyaset dünyasının pek çok ünlü isimleri de katılmışlardı…

Rabbim mekânını cennet eylesin…