Yunu Emre
Mustafa Özçelik
Yazar

Mustafa Özçelik

Yunus Emre, Anadolu sahasında hem Türk dili ve edebiyatının hem de tasavvuf düşüncesinin en büyük ve en etkili ismi olan bir mutasavvıf şairidir. Üstelik onun bu etkisi sadece Anadolu ile de sınırlı kalmamış, zaman içerisinde Türk cumhuriyetlerinde, Balkan ülkelerinde ve Macaristan, İtalya, Almanya, Amerika gibi pek çok dünya ülkesinde tanınan ve sevilen bir isim olmuştur. Yine onun etkisi, daha çok, geniş halk kitlelerinde yoğun olmakla birlikte, aydınlar katında da söz konusudur. Bu sebeple eğer hem milli hem de evrensel olabilmiş Türkiyeli bir şairden söz edilecekse akla gelecek ilk isim Yunus Emre’dir.

Yaşadığı Devir

Yunus Emre’yi ve etkisini daha iyi anlayabilmek için yaşadığı devrin özelliklerini bilmekte fayda vardır. Yunus Emre, XIII. yüzyıl sonları ile XIV. yüzyıl başlarında yani Selçuklular'ın son dönemlerinde Anadolu’da yaşadı. Bu dönem çok buhranlı ve çalkantılı bir dönemdir. Selçuklular döneminde özellikle 1. Alâeddin Keykubat zamanında Anadolu’da siyasi düzen iyice yerleşmişti. Anadolu’nun Konya, Sivas, Erzurum gibi pek çok şehri birer ilim ve kültür merkezi haline dönüşmüştü. Ancak, bu mutlu dönem fazla uzun sürmemiş, Gıyâseddin Keyhusrev zamanında sıkıntılı günler başlamış, Anadolu zor günlerin eşiğine gelmiştir. Siyasi karışıklıklar, taht kavgaları, ardından Moğol akınları, Selçuklular'ın Moğollar önündeki yenilgileri sonucunda Selçuklu çağı kapanmış ve Anadolu’da beylikler dönemi başlamıştır

Bu devir, aynı zamanda Türkistan ve çevresinden gelen göçebe Türkler'in Anadolu’ya yerleşme dönemidir. Bu yerleşme de kolay olmamış, epey bir mücadele verilmiştir. Bir başka felaket ise Haçlı saldırılarıdır. Bunlar da Anadolu’da maddi ve manevi anlamda büyük bir yıkıma sebep olmuştur. Bütün bu olumsuzluklar, sadece siyasi ve ekonomik sıkıntıları beraberinde getirmemiş aynı zamanda karışık ve batıl inançların da Anadolu’da yaygınlık kazanmasına sebep olmuştur. Öte yandan halk, çok karamsar bir duruma düşüş yarınından emin olamaz hale gelmiştir. İşte Yunus Emre, böylesine karanlık bir çağda hem Türkçe’yi güçlü bir şiir ve tefekkür dili haline getirmesiyle hem insanları iyiye, güzele ve doğruya çağıran tasavvuf anlayışıyla ve birlik düşüncesiyle öne çıkan bir mutasavvıf şair olmuştur.

Yunus Emre’nin Hayatı

Anadolu’da tasavvuf akımının ve Türkçe şiirin öncüsü, gelmiş geçmiş Türk şairlerinin en büyüğü kabul edilen Yunus Emre’nin hayatı, hangi devirde, nerede doğduğu, yaşadığı, nasıl bir hayat sürdüğü ve nerede öldüğü konusunda yeterli bilgiler yoktur. Bu konudaki tarihi belgeler, oldukça yetersizdir. Kaynakların onunla ilgili verdikleri bilgiler ise çok çeşitlidir. Bir de onun hayatının menkıbelerle örülü olması bu bilgileri daha da farklılaştırmaktadır. Bu durum, ortaya onunla ilgili değişik görüş ve bilgilerin çıkmasına sebep olmuştur.

Bütün bunlara rağmen en eski kaynaklar, son araştırmalar ve hakkında söylenen menkıbeler ışığında Yunus Emre’nin hayatıyla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: Buna göre Yunus Emre, 1240-41 yılında doğmuştur. Doğduğu yer konusunda ağırlık kazanan görüş Sivrihisar civarındaki şimdiki adı Yunus Emre köyü olan Sarıköy’dür. Şeyhi Tabduk Emre’nin de bu civarda yaşaması bu bilgileri güçlendirmektedir.

Bektaşi kaynaklarından çıkan sonuca göre Yunus Emre bir toprak adamıdır. Hiç bir eğitim görmemiştir. Ama Halvetilik kaynakları onu ilim eğitimi görmüş, sosyal ve ekonomik tarafı güçlü bir isim olduğunu belirtirler. Öte yandan önce ilim sonra tasavvuf yoluna girdikten sonra epey yer gezmiştir. Bu gezileri muhtemelen ilim öğrenmek, gönül adamlarıyla görüşmek şeklinde gerçekleşmiştir. Bu gezilerin tasavvufi düşüncelerini yayma amacı da taşıması mümkündür.

Yunus Emre’nin öğrenim yapıp yapmadığı da tartışmalı bir konudur. Fakat şiirlerinden çıkan sonuca göre belirli bir öğrenim hayatı olmuştur ve öğrenimini muhtemelen Konya’da yapmıştır. Devrinin geçerli dilleri olan Arapça ve Farsçayı, İslâmî ilimleri bilmektedir. Kur’an-ı Kerim’in dışında İncil, Zebur ve Tevrat’ı da okuduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır.

Yunus’un ümmî olduğuna dair rivayetleri ise onun gerçek bilgiye ulaşmak için maddî ilimler yerine manevî bilgiyi tercih etmesiyle ilgilidir. Bu durum, onun alçakgönüllülüğü ile de ilgili olabilir. Zîrâ, medrese tahsili yapmış olsa bile tasavvuf yoluna girdikten sonra irfan bilgisini seçmiştir. Onun için esas olan zahiri bilgi değil hakikatin bilgisidir. Bu seçim, şeyhi Tapduk Emre’yi tanıdıktan sonra olmuştur.

Yunus Emre’nin vefat tarihi ise 1320-21’dir. Mezarı doğduğu yer olan Yunus Emre köyündedir. Buranın dışında Yunus’un Karaman, Kırşehir, Bursa, Isparta, Ordu, Manisa gibi on dört yerde daha mezarı olduğu görüşleri vardır. Yine Azerbaycan’ın Gâh bölgesinde de bir kabri vardır. Ama bunlara makam demek daha uygundur. Yunus’u çok seven Anadolu halkı onu her bölgede kendine mâl etmek istemiştir. Ayrıca başka Yunusların da olması böyle bir sonucu doğurmuştur.

Menkıbevi Hayatı

Yunus Emre’nin hayatına dair detaylar daha çok menkıbelerde yer almaktadır. Burada iki kaynak öne çıkar. İlki Bektaşi Velâyetnâmesidir. Bu kaynaktaki anlatıma göre; Yunus Emre fakir bir köylü iken bir kıtlık yılında buğday istemek için Hacı Bektaş Velî’nin dergâhına gider. Huzuruna çıkıp buğday ister. Hacı Bektaş Velî, ondaki gönül saflığını görünce buğday yerine himmet (manevi bilgi) vermeyi teklif eder. Fakat Yunus, bu bilginin ne anlama geldiğini henüz bilmediği için buğdayı tercih eder. Köyüne dönerken hata yaptığını anlar. Geri döner ve himmet (manevi bilgi) ister. Hacı Bektaş Velî ise onu Tapduk Emre’ye gönderir. Yunus, Tabduk Emre’nin dergâhına gelir. Durumunu anlatır ve onun dervişi olur.

Yunus Emre Halveti kaynaklarında ise Selçuklu devletinin başşehri olan Konya’da ilim tahsili yapmış, daha sonra doğduğu yere yakın Nallıhan’da kadılık görevinde bulunmuş biri olarak anlatılır. Bu süreçte o devrin meşhur mutasavvıflarından Tapduk Emre ile tanışarak kadılık görevinden ayrılıp onun dervişi olmuş ve tasavvuf yoluna girmiştir. Yani bu anlatımda Hacı Bektaş’la görüşmesinden söz edilmez.

Yunus Emre’nin bundan sonraki hayat seyri ise iki menkıbede de hemen hemen aynı şekilde yer alır. Buna göre Yunus, Tapduk Emre dergâhında rivayetlere göre otuz yahut kırk yıl kalır. Şeyhine hizmet eder. Şeyhi onu dağdan dergâha odun getirmekle görevlendirir. Menkıbe bu sürenin 40 yıl olduğunu söyler. Olgunlaşma süreci tamamlandıktan sonra ise şeyhinin izni ve isteği ile şiirler söylemeye başlar. Şeyhi, onu daha sonra, Anadolu’nun çeşitli yerlerine irşat (halkı aydınlatma) göreviyle gönderir. Böylece Yunus, pek çok yer gezerek düşüncelerini şiir yoluyla insanlara anlatır. Aradan yıllar geçmiştir. Yunus, şeyhini özler. Dergâha geri döner. Ondaki manevi olgunlaşma karşısında şeyhi onu doğduğu yer olan Sarıköy’e gönderir. Yunus Emre, ömrünün kalan yıllarını burada kurduğu dergâhta derviş yetiştirerek geçirir. Daha sonra burada vefat eder.

Görüldüğü gibi bu menkıbeler, Yunus Emre’nin hayatı, ilim ve tasavvuf yolundaki arayışları ve şairliği, seyahatleri ve vefatı hakkında bilgiler vermektedir. Efsanelerin bütünüyle tarihi gerçekleri yansıtmadığı; ancak onların yorumlanmasıyla bazı tarihi gerçeklerin daha iyi anlaşılabileceği düşünülünce bu menkıbeler, bir Yunus Emre biyografisi sayılabilir.

Yunus Emre için esas olan dostluktur. Önce
Allah’la sonra da O’nun yarattıklarıyla dost
olmak, barış içinde yaşamak, kötülük ve
zulümden uzak durmak onun şiirlerinde en
çok üzerinde durduğu konulardır.

Düşünce Dünyası

Yunus, İslâm tasavvuf düşüncesine bağlı bir şairdir. Dolayısıyla şiirlerinde bu düşünceyi dile getirmiştir. Bu düşüncede esas olan ise Allah ve insan sevgisidir. Bu sevgiyi en önemli ilke kabul eden tasavvuf düşüncesine göre tek bir gerçek varlık vardır. O da Allah’tır. Bütün mutasavvıflar gibi Yunus da bu görüşten hareket eder. Varlığı, ölümü, aşkı, kâinatı bu görüşe göre izah eder. Yunus Emre, böyle bir mutasavvıf olarak Allah, ilâhî aşk, varlık, yokluk, hayat ve ölüm meseleleri üzerinde durur.

Yunus Emre, bir İslâm ahlakçısıdır. Ahlaki, olmanın önündeki en büyük engel ise nefistir. Nefsini olgunlaştırarak kâmil insan olmayı öğütler. Onun düşünce dünyasında bütün varlıklara aynı sevgi penceresinden bakmak özel bir yer tutar. Bu yüzden Yunus Emre bir “sevgi şairi” olarak ele alınmalıdır Herkes, ve her şeyi Yaradan’dan ötürü sevmek, kalp kırmamak, iyiliksever olmak, aza kanâat etmek, çok ibadet etmek, dünya nimetlerini önemsememek, büyüklenmekten uzak durmak bu sevgi felsefesinin temel ilkeleridir.

Yunus, samimi bir Müslüman şairdir. Bazı mezhep ve tarikatların onu kendilerine mâl etmeleri gerçeği yansıtmamaktadır. O bütün müslümanları hatta bütün insanları, aynı gözle görmek istemektedir. Yine din anlayış, hoşgörü ve sevgiye dayalıdır. İbadetin korku belasına veya öbür dünyadaki mükafat için yapılmasına karşıdır. Ona göre ibadet yalnızca Allah sevgisi için yapılır Yunus Emre’ye göre dervişlik, biçimsel bir davranış değildir Yani, dervişliği simgeleyen “hırka ile tac”la dervişlik olmaz. Dervişlik Hakk’ın ve halkın hizmetinde olmaktır. Halka faydayı esas almaktır. Bunun için en başta kişi kendi nefsini terbiye edecek, olgunlaşacak, kalbini Hakk sevgisiyle dolduracak ondan sonra sadece hayırlı ve güzel işler peşinde koşacaktır

Yunus Emre, böyle bir düşünce yapısıyla devrinde ve sonraki devirlerde inancı, milliyeti ne olursa olsun herkes tarafından benimsenip sevilmiştir. Yani O, millî bir değer olmasının yanı sıra aynı zamanda evrensel bir değerdir. Çünkü O, insanları kardeş bilen bir anlayışa sahiptir. Kimseyi dışlamaz. Herkesin gönül yaralarına merhem olmaya çalışır, “sevelim, sevilelim” şeklinde özetlediği hayat felsefesiyle dünyayı bir güzellik ve barış yurdu yapmanın arzusundadır.

Yunus, bu düşünceleriyle kendine özgü bir felsefenin yahut anlayışın insanı değildir. O da diğer tekke şairleri gibi islâm tasavvuf anlayışının sözcüsüdür. Bu anlayışın temelinde Allah’ın birliği yani tevhit ilkesi vardır. Bunu Hz. Peygamber’in (s.a.v) O’nun elçisi olduğu ilkesi takip eder. Yine bu inanışa göre Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler, bütün inananlar için dünya ve ahiret bilgilerinin asıl kaynağıdır. Kişi, dini hükümleri teorisine inanıp pratiklerini uyguladığı sürece Allah nezdinde iyi ve makbul bir kul olabilir. Böyle bir insanın toplum içerisinde de saygın bir yer edineceği aşikardır. Tasavvuf, bu inanışlar çevresinde varlığı bir bütün olarak görür. Bütün kâinat, Allah’ın bir tecellisidir. Böyle bir tevhit yani birlik anlayışının önündeki en büyük engel ise nefistir.İnsan, nefsini, ilâhî ilkeler ışığında terbiye eder, olgunlaştırır, benlikten vazgeçer, kötü huylardan uzak kalırsa bu tevhide ulaşabilir.

Tasavvuf’u bu yüzden, daha çok bir ahlâk
disiplini olarak anlamak gerekir. Başta Yunus
Emre olmak üzere bütün mutasavvıflar,
insanlara böyle bir ahlâk, telkin etmektedirler.
Yani onların her biri aynı zamanda birer ahlâk
kahramanıdır.

Yunus’un düşünce dünyasındaki en önemli kavram şüphesiz ki insan sevgisidir. Dünya edebiyatında bile insanı bu denli yücelten ve seven bir şaire rastlanmaz. Batı’nın hümanizm adıyla ulaşmaya çalıştığı bu düşünce seviyesine Yunus, asırlar öncesinden ulaşmıştır. Ama onu batılı anlamda bir hümanist olarak göremeyiz. Çünkü hümanizmde insanı yüceltip onu neredeyse Tanrı katına çıkarmayı isteyen bir özellik vardır. Yunus ise insanı hümanizmin tam aksine Allah’ın en güzel ve en mükemmel olarak yarattığı varlık olduğu için sevmektedir.

Yine hümanizmde insanî değerden anlaşılan Yunan ve Latin kültürüne dayanan Avrupa’nın insanî değerleridir. Yunus ise insana islâmi bir perspektiften bakar. Yine batı, hümanizmi kendi coğrafyasında uygulamaya çalışırken diğer din ve ırklara mensup insanlara aynı sevecenlikle yaklaşmamıştır. O yüzden batının insancılığı kendi özünde tutarsızlıklar taşır. Yunus Emre ise yetmişiki millete aynı gözle bakar. Çünkü dini, dili, kavmi ne olursa olsun herkes insandır ve insan olarak Allah’ın kuludur.

Bu gibi gerekçeler yüzünden Yunus’un insancılığı ile batının hümanizmasının tam olarak uyuştuğunu söyleyemeyiz. Yunus’un insan severliği islâm açısından ele alındığında anlam taşır. Bu anlam dünyası içinde ise merkezde Allah’ın olduğu fikri esastır.

İnsan, yaratılmış bir kul olarak nefsini, egosunu azdırarak değil tam aksine benliğinden sıyrılarak, nefsinden soyularak, faniliğini idrak ederek Allah’a kavuşabilir. Bunun da yolu Allah sevgisinden geçer. Allah’ı seven kişi, her varlığı O’nun eseridir diye sever ve hürmet gösterir. Üstelik bu sevgi, sözde kalmaz. Davranış ve eyleme de dönüşür. Böylece sevgi bir ahlak kuralı haline gelir.

Şiiri

Yunus Emre, bütün araştırmacılar tarafından Eski Anadolu Türkçesi'nin en büyük temsilcisi kabul edilir. O, Ahmet Yesevi ile Türkistan’da başlayan tekke şiirimizin Anadolu’daki kurucusudur. Devrin geçerli dilleri olan Arapça ve Farsça’ya iltifat etmemiş ve şiirlerini Türkçe söylemiştir. Böylece Türkçe’yi bir edebiyat dili haline getirmiştir. Dilinde yer yer Arapça ve Farsça kelimelerin bulunması İslâm Medeniyeti içinde olmasının bir sonucudur. Zaten onun şiirlerinde bu tür kelimelerin sayısı fazla değildir. Hele tasavvuf gibi kendine özgü kavramları olan bir düşünce sistemini Türkçe ile ifade edebilmek Yunus’ Türkçemiz'e yaptığı en büyük katkıdır. Üstelik bu söyleyiş öylesine sade ve külfetsizdir ki sade bir vatandaş bile bu dille anlatılanları anlamakta zorlanmaz.

Şiirlerinde ölçü olarak aruzu da kullanmış fakat asıl tercihini, millî ölçümüz olan hece ölçüsünden yana yapmıştır. Nazım birimi olarak da genellikle dörtlüğü kullanmıştır. Bazı şiirleri ise beyitler halindedir. Bir aydın olarak ise halkından asla kopmamış, onlara anladıkları dil ve üslupla hitap etmiştir. Anlatımı çok liriktir. Samimi söyleyiş en büyük özelliğidir. Allah aşkını, insan sevgisini, gurbet ve ayrılık fikrini, ölümü onun kadar duygulu ve içten söyleyen 40 bir başka şair bulmak neredeyse imkansızdır.

Yunus Emre, en çok ilâhî tarzında eser vermiş, onun ilahileri yüzyıllar boyunca sevilerek okunmuştur. Bu ilahilerinde asla sanat kaygısına düşmemiş, din gayreti ve tasavvuf coşkusuyla şiirlerini söylemiştir. Bu samimiyet ve coşku onu günümüze kadar getirmiş ve sadece ülkemizde değil bütün dünyada sevilen bir şair olmuştur. Yunus’un şiir dili, 13. ve 14. yüzyıllar Halk Türkçesi'dir. Oğuz lehçesini, en yüksek bir edebiyat dili halinde yazmak ve sonradan gelen bütün şairlere en mükemmel örnekler bırakmak gibi bir mucizeyi başarmıştır.

Yunus Emre, böyle bir şiir anlayışı ile kendinden sonra gelen şairler üzerinde de çok etkili olmuştur. Pek çok şair, onun çizgisinde şiirler söylemişlerdir, özellikle tekke şiirinin sonraki dönemlerde yetişen şairlerinin hepsi Yunus’u örnek ve önder kabul etmişler, onun çizgisinde şiirler söylemişlerdir. Yunus ayrıca Halk, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet dönemi şairleri üzerinde de etkili olmuş bir isimdir.

Eserleri

Yunus Emre’nin bugüne kalan iki eseri vardır. Bunlardan Divan’ı asıl şiirlerinin bulunduğu eseridir. O'na ait olduğu söylenen şiirlerin sayısı 100’ü geçmektedir. Fakat, asıl divanda üç yüz civarında şiir bulunmaktadır. Diğerleri başka Yunuslar’a ait olmalıdır. Yunus Emre divanı, eski harflerle ve taşbasması tekniğiyle bir çok kez basılmıştır. Yeni Türkçe ile de pek çok baskısı yapılmıştır. Bunlar arasında Burhan Toprak’ın, Faruk Kadri Timurtaş’ın, Abdulbaki Gölpınarlı’nın hazırladığı divanlar en önemlileridir.

Divan, Yunus Emre’nin asıl şairlik gücünü gösterdiği bir eserdir. Bu eserde dikkat çeken ilk husus, yoğun lirizmdir. Dil, Azeri lehçesiyle büyük bir yakınlık ve benzerlik içindedir. Türkçe, Yunus’la bu çağın edebî dili haline gelmiştir. Bunda Türkçe’nin işleniş şeklinin, felsefî düşünceleri ifade edici bir özelliğe ulaştırmanın payı büyüktür. Bu bakımdan Yunus’u Eski Anadolu Türkçesi'nin en büyük temsilcilerinden birisi saymak gerekir.

Yunus’un şiirlerinde hem hece hem de aruz ölçüsü birlikte kullanılmıştır. Daha çok şöhret kazanan şiirleri ise hece vezniyle yazılmıştır. Bunlarda hece ölçüsünün hemen her kalıbı kullanılmıştır. Diğer yandan Divan’da mesnevi, gazel, musammat şeklindeki divan nazım biçimlerine de rastlanır.

Kafiye konusunda genellikle halk ve tekke şiirindeki geleneğe uyularak daha çok yarım kafiye kullanılmış ve redife başvurulmuştur. Nazım şekli genellikle dörtlüktür. Nazım birimi olarak zaman zaman beyit de kullanılmıştır.

Divan’daki şiirlerde mecaz ve mazmun özellikleri de dikkat çekicidir. Bunlar arasında halk şiiri geleneğinde yer alan ortak mecazlara, sembollere rastlanmakla beraber oldukça yeni kullanımlar da vardır.

Yunus’un şiirlerinde islâm şairi niteliğine uygun olarak sanat kaygısı değil din gayreti ve tasavvuf neşesi hakimdir. Fakat bu durum, şiirlerinin birer sanat şaheseri olmasına engel teşkil etmemiştir. Söz yoğunluğu, rahat söyleyişler, orijinal buluşlar Yunus’un şiirinin belirgin özellikleridir.

Yunus Emre’nin diğer eseri ise Risaletü’n-Nushiye’dir. “Öğüt Kitabı” anlamına gelen bu eser didaktik bir mesnevidir. Kinayeli sembollerle İslâmi bilgiler ele alınmıştır. Eserde başlangıç ve nesir bölümünün dışında altı bölüm daha vardır. Başlangıç bölümünde insanın yaratılışıyla ilgili bilgiler yer almaktadır. Çok kısa olan nesir bölümünde ise akıl konuşu işlenmektedir. Birinci bölüm, ruh ve akıldan, ikinci bölüm kanâatten, üçüncü bölüm gazaptan, dördüncü bölüm sabırdan, beşinci bölüm (haset) kıskançlıktan, alıncı bölüm akıl, doğruluk ve gıybetten söz etmektedir.

Yunus’un bu eseri dil olarak Divan’a göre daha ağırdır. Arapça ve Farsça kelimeler bir hayli yer tutmaktadır. Ayrıca eserin sembolik bir anlatımı vardır. Ayrıca eserdeki destani üslup da dikkat çekicidir. Eserde didaktizmin ağır basması, lirizmi geri plana itmiştir. Bu bakımdan sanat değeri bakımından Divan’ı ile ölçülecek nitelikte değildir. Fakat, tasavvufun ana kavramlarını, temel meselelerini açıklaması yönüyle önemli bir eserdir.